29 Eylül 2011 Perşembe

BOZCAADA


Uzaklardan bir ses duyuyorum. Telefonumdan geliyor. Saate bakıyorum ve gözlerime inanamıyorum! Otobüsün kalkmasına 10 dakika kalmış, telefonum bana onu haber veriyor. Normalde bu saatte evden çıkmam gerekir, ben yeni uyanmışım ve salak salak çalmayan saate bakıyorum.

Sabahları mutlaka yapmak istediğim şeyler vardır. Kahvaltı edilecek, bavula konacak şeyler son bir kez kontrol edilecek… Bu gibi şeyler için uykumdan fedakarlık etmeye razıyımdır, yeter ki rahat hareket edeyim. Şimdi ise, tutulmuş gibi duruyorum. Hemen arkadaşımı arıyorum, o beni toparlıyor. 

“Hemen evden çık, ben otobüsü bekletiyorum.”

Beş dakika içinde evden çıkıp otobüse doğru koşmaya başlıyorum. Neyse ki otobüs de gecikmiş, beni beklemiyorlar bile. Hazırlanma faslını otobüste bitiriyorum, ve ilk molaya kadar beş dakikada bir “vay be, nasıl yetiştim” diye diye arkadaşımın içine fenalıklar getiriyorum.

Gökçeada’yla kıyaslarsak, Bozcaada’ya gitmek çok daha kolay. Bir kere ta Çanakkale’ye kadar gitmiyorsunuz. Son zamanlarda meşhur olan Geyikli kasabasından feribota binince 40 dakika sonra adadasınız. Karşıyaka’dan ayrılış saatimize 7:30 dersek, bir ihtiyaç molası da vererek 11:50’de Geyikli’ye geliyoruz. Ne güzel! Biz 13:00 feribotu ile gitmeyi planlarken bir saat önce adaya varacağız. Kalsaydık bile iskelenin yanında güzel yerler var. Denize girilebilir, oturup bir şeyler yenip içilebilir. Tek bir yere muhtaç değil kimse burada.

Feribot bizim Bostanlı-Üçkuyular vapuruna benziyor. Süre de yakın, dolayısıyla fazla daralmadan adaya iniyoruz. Koca otobüsümüzle ada sokaklarını alt üst ediyoruz. Şükrü Usta’da ilk yemeğimizi yiyoruz. Burası tencere yemeği yapan bir lokanta. Yemekler hiç fena değil. Bazı yol arkadaşlarımız dışarıda yer bulamayınca, üst katta oturmak için merdivenlere hamle yapıyor. Ancak garsonun müdahalesiyle karşılaşıyor.

“Önce alt katı doldurun, üst kat sonra.”

Kuzu kuzu gelip yanımıza oturuyorlar. Sonradan anlıyoruz ki garson yalnız. Üst kattakilerin servisi biraz gecikiyor. O nedenle üst katta oturmak son tercih olsun istiyor. Yemekten sonra Çınaraltında oturup bir kahve içiyoruz. Kahve güzel, ama bizim Alsancak pastaneleri fiyatında. O kadar söyleyeyim, yeter herhalde.

Kaleyi geziyoruz. İlk olarak Venedikliler tarafından yapılmış, Fatih adayı aldığında elden geçirmiş. II Mahmut zamanında da cezaevi olarak kullanılmadan önce genişletilmiş. Kalenin içinde küçücük bir açık sergi var. Müslüman ve hristiyan mezar taşları, denizden çıkarılan bazı gereçler sergilenmekte.

Bu ada Gökçeada’dan çok farklı. Bir kere ta baştan beri bir Türk nüfus varmış adada. Şu an eski Rum mahallesinde de Türkler oturuyor daha çok, ama gelenekler bozulmamış. Gökçeada’daki gibi adanın içinde küçük Anadolu kasabaları-köyleri kurulmamış. Burada adalılar var. 

Kaleyi gezdikten sonra sokakları gezmeye başlıyoruz. Dolaşmak için 7-8 sokak bir yana, yine bir o kadar da dikine gittiniz mi iş bitiyor. Evler Midilli’deki gibi. Alt kat kagir, üst kat ahşap. Daracık sokaklar, pencerelerden sarkan çiçeklerle renklenmiş.

Cumhuriyet Mahallesinde yer alan kilisenin çevresini dolanabiliyoruz ancak. Pazar sabahları hariç kapalı. Burası eski Rum mahallesiymiş. Arkasından “Yerel Tarih Araştırma Merkezi” diye adlandırılan müzeye giriyoruz. Müzede Bozcaada ile ilgili türlü eşya, evrak, kartpostal, fotoğraf türü şeyler sergileniyor. Eski resimlerde şu an var olmayan yel değirmenleri görünüyor. Müzeyi açan kişi ada sevdalısı bir İstanbullu. Burada yaşamış anılmaya değer kişilerin yaşam öyküleri de var.

Buluşma anı yaklaşınca meydana iniyoruz. Adayı gezerken duymaya başladığımız davul zurna sesinin kaynağını orada görüyoruz. Düğün var, damat traş oluyor. Artık “bıçak kesmiyor” diye mi, yoksa keyiften mi anlamadım, damadın yüzü köpük içinde. Traş bir türlü başlamıyor. Arkadaşları dans ediyor, millet fotoğraf çekiyor, damat yüzü köpüklü, sandalyede oturuyor. Bakmaktan sıkılıp adanın meşhur Gelincik şerbetini içmek için bir yere oturuyoruz. Şerbet hem soğuk hem sıcak içilebiliyor. Ben soğuğu tercik ediyorum. Ayrıca reçeli, lokumu ve sabunu da satılıyor. Şerbetin kuvvetli bir kokusu yok. Evde yaparken söylenenden biraz daha fazla koyuyorum, bu kez de fazla tatlı oluyor.

Koşa koşa otelimize gidip denize giriyoruz. Gökçedada’da kulağım problemli olduğu için denize girememiştim. Bu kez ne olursa olsun gireceğim. Deniz dalgalı, ama söylenildiği gibi soğuk değil. Yalnız, güneş batmak üzere ve hava rüzgarlı. Yemin etsem başım ağrımaz denilecek kadar duruyorum denizde. Sonra güneşte oturup ısınmaya çalışıyorum.

Akşam yemeği açık büfe. Ben yine salatalara yöneliyorum. Adaya özel bir yemek yok, ama fena da diyemem doğrusu. Orta diyelim. Salatadan doğru tatlıya geçiyorum. Üzümler adanın, ve güzel.

Yemekten sonra adaya geri dönüyoruz. Sokakları dolaşırken arkadaşlarımızla karşılaşıyoruz. Bütün bir yaz görüşemediğimiz İzmirli arkadaşlarımızla memnun mesut sohbet ederken adanın meşhur lokantalarını öğreniyoruz. Salkım ve Battıbalık. Kesin bir daha gelinecek. Ama Temmuz Ağustos aylarında denenmemesi gerektiğini, içecek su bile bulamayacağımızı anlatıyorlar bize. Şu an adanın son demleri yaşanıyor. Bazı sokaklar hala cıvıl cıvıl, ama bazıları dükkanları kapanmış bile.

Alaybey Camiini ziyaret etme girişiminde bulunuyoruz. Geç kaldığımızdan olsa gerek, ancak avlusunu gezebiliyoruz. Burada değişik dönemlerden kalma mezarlar var. Bir tanesi de Kemal Derviş’in büyük dedesi Sadrazam Halil Hamid Paşa. Başsız vücudu bu camide gömülü. Başını Abdülhamid’e götürmüşler.

Sabah kahvaltımızı edip yola çıkıyoruz. Hava o kadar rüzgarlı ki, dışarıda oturabilmek için kuytu bir köşe arıyoruz. Eh, tabi durum böyle olunca öğleye doğru denize girme fikrine pek itibar edilmiyor.

Önden Ayazma’ya uğruyoruz. Yolda harika manzaralar, denize girilebilecek küçük kumsallar görüyoruz. Hava rüzgarlı, kimsede deniz hevesi yok. Ayazma, eski bir manastır. Her yıl 25-27 Temmuz arası burada panayır yapılıyormuş. Şu an itibarı ile terk edilmiş görünüyor.


Plajına geldiğimizde tur yöneticimiz iki saatlik bir mola vermemizi öneriyor. Denize girme molası. Herkes bir ağızdan bağırıyor:


“Bir buçuk saat olsun!”

Aşağıya inip kumsalda yürüyelim diyoruz. O da ne! Rüzgarsız, harika bir hava. Deniz çarşaf gibi ve ılık. İçimize mayolarımızı giymediğimize bin pişman, ayaklarımızı suya sokmakla yetiniyoruz. Ben bu tecrübeyi Cunda adasında da yaşamıştım, hiç akıllanmıyorum. Adanın bir tarafı o kadar rüzgarlıydı ki, kumsalda durulmuyordu. Diğer tarafta da deniz muhteşemdi. Denize giremedik, yazık oldu. İşin komiği, kumsala inmeyenler bu güzel denizin farkına bile varmadan yola devam ettiler.

Rüzgar güllerini ziyaret ediyoruz. İlk defa bu kadar yakınlarında duruyorum. Kocamanlar. Garip bir ses çıkarıyorlar. Sanki yanınızda kocaman bir vantilatör çalışıyormuş gibi, sürekli bir vınlama duyuyoruz. Bu ses de kuşları ürkütüyormuş. Doğanın dengesini bozmadan elektrik üretmek mümkün değil galiba. Şahsen, ne zaman patlayacağı belli olmayan bir nükleer santral yerine kuşları ürkütmeyi tercih ederim. Elektrikten vaz geçemeyeceğimize göre…

Yolda irili ufaklı bağlar görüyoruz. Adaya has üzümler, kuntra ve karalahna yanında daha bilinen merlot gibi üzümler de yetiştiriliyor. Yanlarındaki bağ evlerinden bir kısmı mütevazılıktan uzaklaşmış olsa da köşk havasında değil. Belki küçük yazlık evler olarak adlandırılabilirler. Ben bu adayı sevdim, laf ettirmem.  

Merkeze geri dönüyoruz ve Çamlıbağ şaraplarını ziyaret edip beğendiklerimizi alıyoruz. Gelincik şerbeti ve gelincik lokumu da alıp deniz kenarındaki balıkçılardan birine gidiyoruz. Deniz fasulyesi, kaya koruğu, susam otu, deniz börülcesi, taze nane, maydanoz ve nardan yapılmış bir salata geliyor önümüze. Deniz çipurası ile bir güzel yiyoruz. Otlar taze, balık taze. Daha ne isteyelim artık.

Dönüş yolunda, buraya bir dahaki ziyaretimizi Nisan sonu Mayıs başında yapmayı planlıyoruz. Dağ taş gelincik kaplı olurmuş. Muhteşem bir manzara. Umarım o mevsimde Çeşme gibi değildir de, kendimizi terk edilmiş bir şehrin sokaklarında dolaşıyor gibi hissetmeyiz.

4 yorum:

  1. Ne diyeyim, Allah arttırsın!! gezileri yani.

    YanıtlaSil
  2. Arttırıyor zaten.:) İki hafta sonra Antepteyim!

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir gezi olmuş başlangıçtaki telaşa rağmen. :)

    YanıtlaSil
  4. Çok güzeldi gerçekten. Bir daha gitmek istiyorum oraya.

    YanıtlaSil