Sevgili Arkadaşım Vladimir, ki kendisi bu blogu açmam için beni yüreklendiren kişidir, beni mimlemiş. Varsın benim konularımla alakası olmasın, kendisine cevap vermek boynumun borcu. :)
"Bir günlüğüne ruhum aynı kalmak koşulu ile erkek olsaydım ne yapardım?"
Erkek olsaydım diye düşündüğüm anlar genelde mesleğimle ilgili konularda. Ben yine bir gezi sırasında dinlediğim bir olaydan yola çıkarak bu iş muhabbetinden kurtulmak istiyorum.
Bir günlüğüne erkek olsam, zaman yolculuğuna çıkar, yıllar önce Olimpia'da olimpiyatlarda yarışan bir erkek çocuğu olurdum. O dönemde yarışçılar o denli prestijliymişler ki, kazananların memleketlerine heykeller dikilirmiş. Yaşadığı kent mükafatlandırılırmış. Bu olimpiyatlara gelen sporculara dokunulmazmış. Hatta söylenildiğine göre o yıl bir kaç ay öncesinden tüm savaşlar dururmuş.
Yaşım onyedi. Babam şampiyon, dedem şampiyon. Kadınlar, kölelerle birlikte yarışamayanlar statüsünde. Bırakın yarışmayı, seyretmeleri bile yasak. Annem, tuttuğunu koparan bir kadın. Bir yolunu bulsa yarışacak. Ama bunu düşünmesi bile yasak. Yalnız dediğim gibi, kafasına koyduğunu yapar o. Karar vermiş, beni seyredecek. Yarışmacılar ve seyirciler çıplak olmak zorunda. Bir tek yarışmacı hocalarının giyinik olmasına izin var. Kılık değiştirip hocaların arasına karışıyor. Önden herşey yolunda. Ama ben şampiyon olunca kendinden geçiyor, ve kim olduğu açığa çıkıyor.
Şampiyonluk sevincini yaşayamıyorum bile. Yüreğim ağzımda. Olimpiyat stadına girme cüretinde bulunan kadınlara verilen ceza, hemen oracıkta bulunan uçurumdan aşağı itilmek. Annemi de oraya götürüyorlar. Çığlıklar atmaya başlıyorum.
Ben ödül falan istemiyorum, annemi öldürmeyin, yeter!
Annemin yanındaki görevliler duraklıyor. Bir şampiyon annesi, bir şampiyon eşi ve bir şampiyon kızı olan annemi herkes tanıyor. Biliyorlar ki izin verseler, zamanında o da bir şampiyon olabilirdi. Bu duraklamadan güç alıp tekrar bağırıyorum.
Bir şeyler yapın! Annemin yaşaması için bir şeyler yapın!
Önce dedem yaklaşıyor anneme. Sonra babam. Dokunmadan, öylece bakıyorlar. Annemin başı dik. Doğrudan gözlerine bakıyor ikisinin. O gözlerde dedem kaldırdığı diski görüyor. Onu atışını, yakınlarının sevinç çığlıklarını duyuyor. Babam yarışın son anlarını hissediyor o bakışlarda. Son iki hamlede rakibinin nasıl önüne geçtiğini ve yarışı nasıl kazandığını tekrar yaşıyor. Baba, ve eş. İki şampiyon, yöneticilerin önünde diz çöküyor. Annemi bize bağışlamaları için yalvarıyor.
Yöneticiler şaşkın. Bir tarafta kurallar, bir tarafta iki şampiyon. Ne yapacaklarını bilmeden öylece duruyorlar. Neyse ki duruma müdahale eden çıkmıyor. Belki o anda birisi "Ne duruyorsunuz?" diye bağırsa her şey bambaşka olacaktı. Bir süre sonra heyet yumuşuyor. Annemi serbest bırakıyorlar.
Yanına gidip annemin gözlerine bir de ben bakıyorum. İşaretin verilmesi ile koşmaya başlıyorum. Önden ortalarda kalmayı yeğliyorum. Nefesini kontrollu kullan diyen babamın sesi kulaklarımda. Derken yavaş yavaş öne geçiyorum. Son metrelerde yanımdaki ile sıkı bir savaş oluyor aramızda. Ha gayret diyorum kendime, ve öne atılyorum. Yarış bitti. Evet, şimdi şampiyonum! Başardım!
O günden sonra olimpiyat stadına giren herkesin -hocalar dahil- tamamen çıplak olması hükmü getiriliyor.
Sonunun vereye varacağını merak ederek, ve keyif alarak okudum Şule. Üstelik blogunun ana çizgsisinden de çıkmak şöyle dursun, yolundan sapmamışsın bile. Bizi yine bir yerlere götürmeyi başardın. Eline sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Olimpiyat ateşinin yakıldığı yeri gezerken böyle bir kadından bahsetmişlerdi. Ne kadarı gerçek, bilmiyorum. Ben de kendimden bir şeyler ekleyip hikaye yapayım dedim.
YanıtlaSil