10 Şubat 2013 Pazar

SÖKE CAMİLERİ

Bazen güzel şeyler yakalamak için dünyanın öbür ucuna gideriz, ama burnumuzun dibindekileri görmeyiz. Söke'de harika bir gün geçirdim. Belki bir kısmımız bu ilçeyi otoyoldan çıktıktan sonra alışveriş merkezlerinin bulunduğu bölge olarak bilir. Öyle bir yere de gittik doğrusu, ama yalnızca müze ziyareti için...

Sabah ilk olarak Ortaklar yolunda Magnesia ören yerine uğruyoruz. Aslında burası günün önemli bir kısmını geçirebileceğimiz bir yer, ama biz yalnızca oradaki Çerkez Musa Camii için oradayız. Şimdi ancak kalıntılarını görebildiğimiz camii, 15. yüzyıldan kalma bir yapı. Hemen yanında yer alan kalıntılardan alınan taşlar da kullanılarak yapılmış. Ama akıbeti onlardan farklı olmamış.




Söke'nin antik ismi Sokia. Menteşe Beyliğinin merkezliğini yapmış, Osmanlı döneminde sancak merkezi olmuş, ancak 19 yy'dan sonra varlığını kaza olarak sürdürebilmiş. Şu anda da Aydın'ın en büyük ilçesi.


Merkezde ilk durak Hacı İlyas Camii. Harap haldeyken mütesellim İlyaszade İlyas Ağa tarafından yeniden yaptırılmış. Mütesellim, Osmanlı zamanında mutasarrıf vekili demekmiş. Yani devleti temsil eden en yetkili kişi. Onarım, kapı üzerindeki kitabede ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Harabelerden alınıp kullanılan taşlar ve sütun başları camiyi ilginç hale getirmiş. 



Ziya Bey Mescidini görünce şaşırıyoruz, çünkü tipik bir islam yapısı gibi değil. Binanın içinde ve dışında taş oymalar var. Mihrap, mimber hep taş oyma.

Öğle yemeği için bir alışveriş merkezine giriyoruz. Burası, Söke'de görmeye alışık olduklarımızdan farklı, bir etnografya müzesi var. İçeriyi müze görevlilerinin açıklamaları eşliğinde geziyoruz. Kaftanlar, yağlıklar, peşkirler, bohçalar derken yarım saatten fazla bir zaman su gibi akıyor.


En çok aklımda kalan, padişah Abdülhamit kızını evlendirene kadar düğünlerde kızların kaftan giydiği. Genelde kırmızı, pembe ve mor renklerde yapılıyor, sonradan da önemli günlerde, ziyafetlerde kullanılabiliyor. Ne zaman ki Abdülhamit kızının düğününde beyaz gelinlik kullanıyor, sarayı moda merkezi olarak gören halkımız kaftanı bırakıyor.


Müzeden çıkışta hemen yanındaki lokantada yöresel yemeklerden yiyoruz. Üç kişiyiz, Tire köfte, mantı ve paşa böreği ısmarlamamız öneriliyor. Köfte güzel, mantı hazırdan yapılmış. Paşa böreğini ilk defa yiyorum, çok değişik geliyor bana. Lokanta sahibinin yorumuyla lazanya ve mantının nişanlanmış hali. Kabak tatlısını zaman darlığından bir dahaki sefere bırakıp kahvemizi geleneksel biçimde zarflı fincanlarda içiyoruz. Paşa böreğinin fotoğrafı, sevgili Nina Bencoya'dan.


Son ziyaretimiz, Balat İlyas Bey Külliyesi'ne. Cami, biri kadınlar için iki hamam ve medrese göreceğiz. Cami ve hamam onarılmış. 

Medrese harap durumda. İlk olarak camii geziyoruz. Taş işçiliği inanılmaz. Dışarıdan baktığımızda bazı taşların yine antik çağlardan olduğunu fark ediyoruz. Ama kapıdaki yazılar, içindeki oymalar bambaşka. Bir kısmı taş, bir kısmı mermer. Biraz ileride hamamlar, sıcak su sistemi görülebilecek şekilde restore edilmiş.

Gördüğümüz tüm camiler, tek minareli. Osmanli devrinde birden fazla minaresi olan camileri yalnızca sultan soyundan insanlar yaptırabilirmiş. Ardahan'da görkemli bir yapı yaptırdığı için padişah tarafından sürgüne gönderilen İshak Paşa'yı hatırlıyorum.

Güzel bir günün ardından keyif içinde İzmir'e dönüyoruz.