20 Mayıs 2011 Cuma

BARCELONA - 1

Öğlene doğru yine hızlı trenle şehre geliyoruz. Bu trenler çok güzel. Gerçi genelde uçaktan daha pahalı oluyor, ama havaalanına erkenden git, uç, oradan şehre geç derken epey yoruluyor insan. Bunda öyle bir sorun yok, direk şehirdesiniz.

Burada evde kalıyoruz, çünkü sayımız artıyor. Bavullarımızı eve bırakmadan önce yan taraftaki kafede kahvaltı-öğlen yemeği arası bir şeyler yiyoruz. Burası Katalonya. İspanyolca konuşursanız anlıyorlar, ama kendi dillerinde olursa daha içten ve nazik davranıyorlar. Mesela por favore yerine sius plau dersek daha şık oluyor. Fransızcaya çok yakın, zaten turist görünce doğrudan Fransızca konuşan dükkan sahipleriyle karşılaşacağız. Olimpiyatlardan sonra, İspanya’nın diğer bölgelerine kıyasla turizm açısından oldukça gelişmiş. Hemen hepsi yabancı dil biliyor, daha kibar ve güler yüzlü.

Doğrudan Rambla’ya iniyoruz. Siesta zamanına denk geldiğimiz için dükkanlar kapalı. Turistik eşya veya yiyecek satan bazı dükkanlar açık, ancak çalışanlar İspanyol değil. Bu adamların siesta merakı beni öldürecek!

Boqueria’ya uğramadan olmaz. Burada yemekle ilgili aklınıza gelebilecek her şey satılıyor. Meyveler, sebzeler, balıklar, peynirler, şarküteri ve içki. Ayrıca yemek yenebilecek yerler de var. Biz şehre yeni gelmişiz, oturmak istemediğimiz için birer sandviç alıyoruz.

Yürüye yürüye Barcelonata diye tanımlanan deniz kıyısına ulaşıyoruz. Bu bölgede bizim gibi sıcak memleketlerden gelmemiş insanlar denize giriyor, diğerleri kafe ve lokantalarında oturuyor, ya da yürüyüş yapıyor. Denize girmeye hiç heveslenmiyoruz. Yazın bizim deniz suyu sıcaklığı bile şu havadan daha yüksek oluyor.

Barcelona hakkında hep olumlu şeyler duydum. Hani tanımadığınız, sadece uzaktan görüp beğendiğiniz insanlara bir kişilik yüklersiniz ya, ben de onu Barcelona'ya yapmışım meğer. Bu şehri denizle bütünleşmiş bir şehir olarak hayal etmiştim. İzmir gibi, İstanbul gibi, Nice gibi. Ama değil. Deniz kıyısında binalar var mı, var. Kumsal var mı, var. Ama kumsal doğal değil, ve siz bunu bir şekilde hissediyorsunuz. Deniz, daha çok limana ayrılmış. Bu şehir bana bir deniz şehri gibi gelmedi. İzmir’in denizle komşuluğunun Limandan Pasaporta kadar olduğunu, ya da İstanbul’da kıyı olarak bir tek Haliç ve çevresini düşünün. Gerisi karada devam eden bir şehir. Biraz hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olur.

Neyse, deniz kenarında yürüyüşümüzü yaptıktan sonra yeniden Ramblaya dönüyoruz. Buraya şehrin kalbi desek yalan olmaz herhalde. Daracık sokaklarındaki dükkanlar her telden çalıyor. Pahalısı, ucuzu, renklisi, sıradanı, hepsi burada. Kendimizi sokaklara bırakıyoruz.

Ertesi güne Park Güell ile başlıyoruz. Burası Barcelona’yı Barcelona yapan mimar Gaudi’nin bir eseri. Arazi sahibi, Gaudi’den seçkin insanların oturacağı bir site tasarlamasını istemiş. Bir müddet sonra bu fikirden vazgeçmiş, ve bölge tamamen park olarak tasarlanmış. Arazi sahibi ve Gaudi dışında kimsenin evi yok.

Barcelona’da toplam dört Gaudi eseri gezeceğiz. Bu mimar olmasaymış, Barcelona diğer şehirlerden çok da farklı olmayacakmış. İnsanlar akın akın gelip binalarına bakmasa, turizm bu kadar gelişmeyecekmiş. Bu aşırı milliyetçi ve aşırı dindar mimarın eserleri hala bu şehrin en görülesi yerleri. Yalnız şu an bile tasarımları o kadar farklı ki, seveni kadar değilse bile nefret edeni de var.
Yukarı tırmanırken “Park Güell turistler için değil, burada yaşayanlar içindir” diye bir yazı görüyoruz. Önden yazana sinirleniyoruz, ama yukarı çıkınca durum anlaşılıyor. Burası park değil, başka bir şey sanki. Her taraf insan kaynıyor. Buna bir de seyyar satıcıları ekleyin, manzarayı tahmin edin. Belki turistlere girişi paralı yapsalar daha iyi olur.

Turist olanla olmayan nasıl ayırt edilir diye soracak olursanız, bu bir şekilde yapılıyor zaten. Barcelona sakinlerinin yararlandığı, diğer insanların yararlanamadığı bir bisiklet olayı var mesela. Yolun kenarına sıra sıra park edilmiş bisikletleri, kendilerine ait bir yöntemle kilitlerini açıp kullanabiliyorlar. Gitmek istedikleri yerde de yine böyle bir bisiklet parkına bırakabiliyorlar. Bizim kent kart gibi bir şey var herhalde ellerinde, uzun uzun inceleyemedik. Biz turistler için de bisiklet kiralama yerleri var, ama tek bir yerde. Gezdikten sonra tekrar aynı yere geri vermek zorundasınız.

Bu park, dinlenip açık havanın tadını çıkaracağınız bir park değil. Görüp ayrılmak gerekiyor. Tabi bir sürü insanla dip dibe olmayı seviyorsanız başka. Yavaş yavaş aşağı doğru yürürken bir Tenten dükkanı ile karşılaşıyoruz!

İnsanın çocukluğunu anımsatan bir şeye rastlamasının keyfi bir başka oluyor. Bütün karakterlerin türlü büyüklüklerde bibloları, mankenleri, saatleri falan var. Profesöre ait bir mankenden tüm İspanyada 4 tane, dünyada 500 tane varmış. Bunları neden yazıyorum, buradaki tüm eşyalar inanılmaz rakamlara satılıyor. Ufacık bir şey bile almadan çıkıyoruz dükkandan.

Aşağısı Gracia bölgesi. Burası eskiden şehirden ayrı bir yermiş. 19. yy sonlarında Eixample bölgesi inşa edilince şehirle birleşmiş. Barcelona’nın en entelektüel kesimlerinden biri burası. Değişik barlar, lokantalar, dükkanlar, Katalan mimarisinin özelliklerini taşıyor. Daracık sokakları ile komşu Eixample’ın geniş bulvarları tam bir tezat oluşturuyor.

Akşam yine Rambla’dayız. Sokaklarda müzik ve dans gösterileri var. Bir yerde oturup Crema Katalana istiyoruz, ve garip bir şekilde iki değişik Crema Katalana olduğunu öğreniyoruz. Biri, bizim krem karamele benzeyen bir tatlı, diğeri bir çeşit likör. Biz ikincisini beklerken birincisi geliyor! Biraz şaşırıyoruz, ama tadı güzel olduğu için sesimizi çıkartmıyoruz. Bir daha ısmarlamaya cesaret edemediğimiz için, likörle ancak havaalanında karşılaşabiliyoruz. Karamel tadını sevenler için çok güzel bir içecek, yalnız 1 litrelik şişelerde satılıyor, taşıyana biraz yük oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder