19 Mayıs 2010 Çarşamba

VAN

Van'daki yolculuğumuza başlıyoruz. Sabah erkenden yola çıkıp Hoşap (Güzelsu) ve Çavuştepe Kalelerini geziyoruz. Hoşap Kalesi restorasyonda, içine giremiyoruz. Türk usulu bir ısrarla “azıcık ucundan baksak” diye tutturuyoruz. Ama durum ciddi, bir kaza olursa suçlu duruma düşecek olan görevliler. Onun için yapacak bir şey yok. Bu kalenin yapımında çalışan taş ustasının iş bittikten sonra benzerlerini yapmasın diye ellerinin kesildiğini öğreniyoruz. Zaman içinde vahşetin şekli değişmiş sadece. Yoksa hep var.

Çavuştepe’ye girilebiliyor. Kale iki bölümden oluşmakta, ve tanrılara ithafen iki tapınak yapılmış. Dinsel açıdan önemli bir kale. Kar ve yağmur sularını biriktirmek için sarnıç yapılmış. Eski Yunan medeniyetlerini gezerken pek göremediğimiz bir şey daha var: tuvalet! Tabi ki pis sular için taşları oyup bir kanalizasyon sistemi de kurmuşlar.

Şarap yapmak için özel yerler hazırlanmış, buğday saklamak için büyük küpler var. Ancak şimdi bunlar çalınmasın diye üstleri toprakla örtülmüş, biz yalnızca bulundukları yeri görebiliyoruz. Tapınaktaki yazıtı bize oradaki görevli okuyor.Yıllar içinde ne yazdığını öğrenmiş.


Dönüş yolunda inanılmaz manzaralarla karşılaşıyoruz. Bir dahaki geziye hamallık etmeyi göze alıp büyük makineyi getirmeye karar veriyorum. Belki Kars’ı gözümde büyüttüğüm içindir, Van’da öyle bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Hatta şaşırıyorum. Güzel bir şehir burası.

Öğle yemeğini Van gölü kıyısında bir lokantada yiyoruz. Önden salata, peynir ve kurutulmuş kaymak getiriyorlar. Kaymak böylece daha uzun süre saklanabiliyormuş. İnci kefali, buranın medarı iftaharı. Tandırı güzel oluyormuş, ama mangalda pek bir şeye benzemiyor. Tadı saman gibi. Ancak başka usullerle pişirilirse güzel olabilir. Benim aklıma güveç geliyor, şöyle yerel otlar katılarak hazırlanmış bir güveç. Nitekim son gün bu balığı daha zevle yenilebilir bir haliyle görme fırsatımız oluyor. Aklın yolu birdir..

Yemekten sonra Akdamar adası. Burada eskiden bir de manastır varmış. İsanın öldürüldüğü orijinal haçın (kutsal haç diye tanımlanıyor) bir kısmı bu adadaymış. Dolayısıyla dinsel açıdan çok önemliymiş, Ermeni kiliseleri buradan yönetilirmiş. Şimdi o kutsal haç nerede, bilen yok.

Adanın adı ile ilgili anlatılan hikaye çok tanıdık. Papazlardan birinin Tamara adında çok güzel bir kızı, ve ona aşık bir çoban var. Çoban her akşam Tamara’nın yaktığı meşaleye doğru yüzer, bu şekilde görüşürlermiş. Bunu öğrenen babası Tamara’yı hapsedip adamlarına adanın sarp bir yerinde meşale yakmalarını söylemiş. Karaya çıkamayan çoban “Ah! Tamara” diye çırpınarak boğulmuş.
Kilisenin dört cephesi incilleri kabul edilen dört azize adanmış. Dört duvarda kutsal kitaplarda adı geçen hikayeleri betimleyen rölyefler var. Bu açıdan Ermeni mimarisi adına önemli bir kilise. 1951 yılında hükümetin emriyle yıkılacakken, Yaşar Kemal’in tesadüfen haberinin olmasıyla kurtulmuş. Yıkalım, yenisini yapalım mantığı daha o zamandan var.

Ada dönüşü bir halı yapım ve satış yerine uğruyoruz. Van kilimleri çok güzel. Ama fiyatlar öyle ki, insan kendini Sultanahmet antikacılarından birinde gibi hissediyor.

Gün batımında Van kalesi yakınında, eski Van (Tuşba) şehrindeyiz. Burası 1915 yılında yakılıp yıkıldıktan sonra öylece bırakılmış. Yeni şehir 5 km uzağa kurulmuş. Herşey harabe halinde, tek bir cami hariç. O, kullanıma açık duruyor.

Ertesi sabah erkenden yola çıkıyoruz. Bu kez Nemrut krater gölüne çıkacağız. Yolu kötü, ancak küçük minibüslerle çıkılıyor. Birkaç metre yüksekliğe ulaşan kar yolu öyle bozmuş ki, arada minibüsten inip yürümek zorunda kalıyoruz. Saatlerce yol gittikten sonra bir çay bile içemeden geri dönüyoruz. Buradakiler turistlere fazla alışık değil, gelenler de kendi başının çaresine bakıyor. Öyle.

Yol üzerinde Tatvan ilçesini görüyoruz. Çok güzel görünüyor. Göl manzaralı evler, buradaki insanların yaşama zevki olduğunu gösteriyor.

Sonraki durağımız Ahlat. Meşhur Selçuklu Mezarlığı ve kümbetleri göreceğiz. Burada ilk olarak Ahlat kümbetlerinin en büyüğü olan, 13 yy.dan kalma Usta Şakird kümbetini ziyaret ediyoruz. Sonra mezarlığa geçiyoruz. Mezarlar 12-16 yy arası yapılmış. Bazıları 2 m. nin üzerinde. Arkalarında da kümbetler. Emir Bayındır kümbeti, Ahlat ile ilgili fotoğraflarda hep karşımıza çıkar. Sonra yine kümbetler gibi tamamen taştan yapılmış bir camiyi geziyoruz.

Buranın bastonları da meşhurmuş. Ama biz Van gölünün çevresini tamamen turlayacağız. Bastonlara da Adilcevaz’da bakıyoruz. Değişik boy ve fiyatlarda bastonlar var. Ebru desenli bastonlar bile yapmışlar.

Turlamayı sürdürürken Erciş balık bendine geliyoruz. Burada balıkların bir kısmı ölü gibi yatıyor. Meğer Van gölü suyundan nehir suyuna alışmak için bekliyorlarmış. Sıçramaları inanılmaz. Seyredeyim mi, fotoğraf mı çekeyim şaşırıyorum. Seyretmeyi seçtiğim için havalı sıçrayışları kaçırıyorum.

Van şehrine yaklaşırken bir iddiaya göre Çaldıran Savaşının yapıldığı yerden geçiyoruz. İnanılmaz büyük bir alan. Dümdüz. Meydan savaşı böyle bir yerde yapılrdı herhalde. Hep merak etmişimdir, Yavuz Selim yerine Şah İsmail kazansaydı ne olurdu acaba. Bunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Yazışmalarında Yavuz Selim’in Farsça, Şah İsmail’in ise Türkçe kullandığını öğrenince çok şaşırdığımı hatırlıyorum.

Güneşi bu kez Van gölünde batırıyoruz. İzmirli olarak Kordondaki günbatımının daha güzel olduğu konusunu ortaya atıyoruz. Van’da yaşayan rehberimiz sesini çıkarmıyor. Ertesi gün, Van'daki son günümüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder