18 Mayıs 2010 Salı

DOĞU BEYAZIT

Sabah Doğu Beyazıta doğru hareket ediyoruz. Yollarda dikkatimi çeken birkaç şey var. Evlerin çoğunda kiremit yok. Bizim burada sanayi yapılarında kullandığımız trapez alüminyum, Karslıların çatı için vazgeçilmez malzemesi olmuş. Klasik ahşap oturtma çatı, üzerinde alüminyum paneller. Bir kere ısı yalıtımı iyi değildir, ikincisi doğru dürüst yapılmazsa içeri daha kötü su alır. Ama ucuz, ve sanki işçiliği daha kolay zannediliyor. Bir de kiremit aktarma derdinden kurtarıyor sizi. Buna karşılık turdakilerden birinin değimiyle “teneke çatı”larla kaplı bir köyünüz oluyor! Sonradan dikkat ettim, bu taraflar alüminyumu çok sevmiş. Dağ taş bu tip evlerle dolu.

İkincisi, yerleşim yerleri hariç etrafta tek bir ağaç yok. Her yer yemyeşil otlarla kaplı, çalı bile yok. Tamam, tarım arazisi olabilir, mera olabilir, ama bu insanlar gölge istemezler mi. Hiç anlamadım. Ama evlerin kıyısında ağaçlar var. Demek ki yetişiyor, buradakiler istemiyor.

Yolda bir yerde durup Ağrı dağını çekmek istiyoruz. Gerçekten muhteşem görünüyor. İlk çağlarda yaşayanların neden tapındıkları anlaşılıyor. Bu arada kenardaki evden 60 yaşlarında bir adam çıkıp bizimle sohbet etmeye başlıyor. İki oğlunu ve iki karısını kısa aralarla kaybetmiş. Üzülüyoruz. Derken, adamın o iki karısının aynı anda var olduğunu fark ediyoruz. Birimiz “Sana bir üçüncü bulalım” diye takılıyor. Aldım zaten diye cevap veriyor adam. Ardından 90 yasında olduğunu söyleyince, gözlerimiz fal taşı gibi açılıyor. İnanamıyoruz. Bunun üzerine babasının 132, dedesinin de ona yakın yaşadığını söylüyor. Maşallah, helal olsun diyerek minibüse dönüyoruz.
Yolda meteor çukurunu görüyoruz. Burası etrafı parmaklıklarla çevrili bir çukurluk. Alt tarafta meteor var, ama biz göremiyoruz. Üstünde toprak var. Öylece duruyor.

Öğlen yemeğini Doğu Beyazıt’ta yiyoruz. Günlerden Pazar, ama pek çok dükkan açık. “Erkek Kuaförü” tabelaları dikkatimi çekiyor. Hepsi açık! Buranın erkekleri saçlarına çok düşkün herhalde. Başka denecek bir şey yok.

Rehber bizi orada bir lokantaya götürüyor, meşhur “abdigor köftesi”ni yiyoruz. Rivayete göre İshak Pasa’nın babası Abdi Paşa yaşlanınca et yiyemez olmuş. Yiyebilsin diye bonfileyi döverek kıyma haline getirip, içine soğan ve çeşitli baharatlar katmışlar. Bu et tenis topu büyüklüğünde köfteler haline getirilip suda haşlanıyor. Suyuna pilav yapılıyor, ve pilav üzerine bir tane köfte konarak servis ediliyor. Köfte tabağa konmadan önce tereyağında şöyle bir gezdiriliyor.

İshak Paşa Sarayı muhteşem. Abdi Paşa’nın tamamlamaya ömrü yetmediği için İshak Paşa bitirmiş. Yöre halkı tarafından çok sevilirmiş, inşaatında gönüllü olarak çalışmışlar. Taş işçiliği mükemmel. Saray öyle bir yere yapılmış ki, Ağrı Dağı görünmüyor. Bu şekilde binadakiler o muhteşem dağın ağırlığını üzerlerinde hissetmeden yaşayabilecekler. Bahçedeki çeşmesinden su ve süt akarmış. İçinde kendi camisi, kütüphanesi, mahkemesi ve zindanı var. Abdi Paşa sarayı tamamlayamadan ölünce oğlu caminin yanına bir türbe yaptırmış. İshak Paşa’nın annesi ve babası orada. Su, kanalizasyon, ve ısıtma sistemleri mevcut. Ne yazık ki bu sarayın keyfini sürmek İshak Paşaya da nasip olmamış. O zamanlar böyle görkemli bir ev yaptırmak, padişaha meydan okumak demekmiş. Bu yüzden Horasan’a sürülmüş. Saray da bir süre sonra viran haline gelmiş. Som çelik üzerine altın kaplama kapısını Ruslar almışlar. Moskova Müzesinde sergiliyorlar. Aslında hüzünlü bir hikaye.
Daha sonra Muradiye şelalesine uğruyoruz. Bend-i Mahi’nin üzerindeki köprü, ahşap tomrukların birbirine bağlanmasıyla yapılmış. İnşaat mühendisiyim, beni bile ürkütecek kadar sallanıyor. Asıl amacımız zıplayan kefalleri görmek. Bunu daha sonra Erciş balık bendinde görebileceğiz. Balıklar yumurtlamak için Van gölünden ayrılıp derenin ters istikametinde gidiyorlar. Sıçrarken bazen yarım metre yukarı çıkabiliyorlar.
Otele vardığımızda yemekler hazır. Önden ayran aşı geliyor. Bu, soğuk içilen bir çorba. Bizim için kengel (yabani enginar), keçi kulağı ve mende otu toplayıp koymuşlar. Bunun dışında klasik durum. Açık büfe, sıradan yemekler. Sıcak yemeklere bakmıyorum bile. Otlu peyniri ilk defa tadıyoruz. Çok tuzlu. Diğer yemekler orta karar. Vana böyle merhaba diyoruz.

3 yorum:

  1. çok güzel anlatmışsınız.umarım gidip görme fırsatı bulabilirim sizin bu güzel gezi yazınız rehberliğinde.ishak paşa sarayına hayran kaldım.

    YanıtlaSil
  2. Burası benimde hep ziyaret etmek istediğim bir yer.Türkiye tanıtım filmlerinde gördüğüm günden beri merak ederim.Kısmet olurmu acaba?
    Güzel bir hafta diliyorum Şulecim.

    YanıtlaSil
  3. İnşallah Ebrucum. Gerçekten güzel bir yer.
    Ben de sana güzel bir hafta diliyorum.

    YanıtlaSil