"Güzelim fıstıklı baklavalar dururken cevizli baklavaya neden bu kadar meraklısınız, anlamıyorum. Antep'te bunların yüzüne bakılmaz!"
Biz Egeliyiz, baklavayı cevizli severiz. Bu güzelim Antep gezisinden sonra şunu söylemek durumundayım, Antep'le arama fıstık girdi. Fıstığı severim, ama tatlılarda değil. Nedense ağır geliyor. Antep mutfağında da fıstıksız tatlı yok.
Güne Kurtuluş Camii ile başlıyoruz. Bu cami, Abdülhamit zamanında kilise olarak yaptırılmış. Mimarı, İstanbul'un önemli yapılarında imzası olan Balyan ailesinden, Sarkis Balyan. Ortaya çıkan proje Abdülhamit'e fazla iddialı geliyor, ve küçültülmesini istiyor. Çünkü o dönemde yabancı devletlerin de yüreklendirmesiyle Ermeniler, hafiften kendilerini gösterme yolundalar. Bu bana bir şeyler hatırlatıyor.
Kiliseyi şimdiki haline getiren Nicolas Nazaretyan. Bu haliyle bile büyük, Bizans havası taşıyan ikiz pencereleri, koro için yapılmış ara katı ve doğu girişi ile özel bir kilise iken; Cumhuriyetin ilanı ile birden boş bir yapı haline gelmiş. 1980 yılında hapishane olarak kullanılmış, 1988 yılında da cami olarak ibadete açılmış. Minarelerinden birinin çan kulesi üzerinde olması nedeni ile değişik bir mimariye sahip, şehrin en büyük camilerinden biri.
Oradan Amerikan Hastanesine geçiyoruz. Yolda çocuklar "İngilizceler geliyor" diye bağırıyor önümüzden. Zamanında misyonerlerin kurduğu bu hastane, hala hizmete açık. Okulumuzla bir şekilde bağlantısı olan bu yerin önünde fotoğraf çektiriyoruz.
Sıradaki durak, Dülükbaba Mesire Yeri. Burası aslında piknik alanı. Ama içinde kazı yeri var. Kaya mezarları ve Zeus Tapınağını görüyoruz. Oradan Mitra Tapınağına geçiyoruz. Mağara, gezilebilmesi için çok güzel hazırlanmış. Bizim şanssızlığımız, o sırada elektriklerin kesik olmasıydı.
Romalılar hristiyan olduktan sonra eski dinleri Mitraizm ile ilgili ne varsa yok etmişler. Bu tapınak o nedenle çok özel. Duvara Mitranın boğayı kurban etmesi resmedilmiş. Tanrı Mitra ile ilgili tanıdık bilgiler var. Mitranın doğum günü 25 Aralık. Vaftiz ve kutsal yemek konusunda da çok benzer öyküler dinliyoruz.
Sonraki durağımız Zeugma kazı alanı. Burayı da kocaman bir müze gibi yapmışlar. Mozaikler o kadar az ki, hemen hepsini taşımışlar. Burası villaların olduğu bölge. Kolonlar, sunaklar ve muhtelif aletler var. Burada dolaşan insanlar hayal ediyorum.
Zeugma'dan Halfeti'ye geçeceğiz. Yemek ve Halfeti arasında seçim yapmamız gerekiyor, gün ışığı bizi zorluyor. Halfeti'ye gelmişken, Ahmet Kanneci'yi anıyoruz. Çocukluğunun geçtiği evde bir konser vermiş. Tekneyle dolaşırken görünen köyde artık hemen hiç kimse yaşamıyor. Köyün büyük kısmı sular altında kalmış.
Rumkale'yi tekneden görebiliyoruz. Çıkmak için vakit yok, güneş batmak üzere. Burada Yuanna'nın incilinin saklandığına inanılıyor. O yüzden kutsal sayılıyor. Göremedik, ama kalenin içinde bir kilise ve bir manastır kalıntısı bulunmakta.
Halfeti'den havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Yolda, bahar aylarında bir kez daha gelmeye karar veriyoruz. Umarım bir aksilik olmaz. Yalnızca bir öğlen, bir akşam yemeği yiyebildiğimiz için ben tatmin olmamış haldeyim. Bir tek baklavacılarda daha fazla vakit geçirmedik diye üzgün değilim.
Buranın çarşısı da Kemeraltı gibi gün batımında kapanıyor, ve Pazar günleri açılmıyor. Cumartesi akşamüstü dükkanlar kapanmadan alış verişimizi bitirelim diye sokaklarda telaş içinde dolanmıştık. Bu şehre bir kez daha gelip sokaklarında dolaşmak, yemeklerinin gerçek anlamda tadını çıkartmak için hayal kuruyorum. Ustaların kapı önünde bakırı nasıl işlediklerini seyretmek, dükkanlara girip çıkmak, sokaktakilerle sohbet etmek. Bu da ayrı bir keyiftir.
Şule'cim epeydir boşladın buraları...
YanıtlaSilGezmiyorsan da Şarap konulu bir yazı beklemenin zamanı mıdır artık senden acaba? ;)
Şarap konulu yazı yazmam için kırk fırın ekmek yemem gerekir. :)
YanıtlaSilAma bir şarap turuna çıkmayı becerebilirsem, yazacağım. Aslında önceden gittiğim yerleri yazıyorum, organize olup toparlamam lazım.
İlk sırada Hindistan var.