4 Kasım 2011 Cuma

GAZİANTEP - 2

Gaziantep'e yeni açılan Zeugma Müzesini ziyarete gidiyoruz dediğimde pek çok kişi "gördüm ben orayı" dedi. Bu müze yeni açıldı, falan, kar etmedi. Zaten çok ısrarcı biri değilimdir, peki deyip sustum.

Şimdi buradan açıklıyorum: Zeugma Müzesi 19 Temmuz 2011 tarihinde açılmıştır, ondan önce gördüğünüz Gaziantep Müzesidir.

Önden Gaziantep Müzesine gidiyoruz. Doğru, eskiden burada bir kaç parça mozaik sergilenirmiş. Ama artık yok. Heykeller, rölyefler, hayvan fosilleri, ve türlü aletler var. Benim için en ilginçleri, minyatür arabalar oluyor. Şu an oyuncak gibi duruyorlar. O devirde kim bilir ne için yapılmışlardı.
Oradan yeni müzeye geçiyoruz. Binanın dışarıdan görünüşü bile etkileyici. İçerisi daha da güzel. Girişe bir film düşürmüşler. Sanki havuzda balıklar dolaşıyor, suyun üzerinde de yapraklar var. Siz yansıtılan zemine adım attığınız an yapraklar çekiliyor, balıklar kaçıyor. Hoş bir gösteri.

Sonra müzeyi gezmeye başlıyoruz. Kendimi, gelişmiş ülkelerde bulunan müzelerden birindeymiş gibi hissediyorum. Yanlış anlaşılmasın, müzenin gelişmişliğinden değil. Başka memleketlerden kaçırdıkları eserleri böyle yüksek tavanlı müzelerde sergilerler ya, aynı öyle. Yapıyı olduğu gibi almışlar içeri. Yalnızca seyrederken içiniz acımıyor.

Şehirle ilgili güzel bir tanıtıcı film hazırlamışlar. Kuruluşundan, Sasaniler tarafından yıkılışına kadar gösteriyor. Mozaiklerde yer alan isler, şehirdeki yangının somut kanıtı.
Müzenin başyapıtı tabi ki Çingene Kızı. Ama fotoğraf makinemle haşin yüzünü gösterebilecek kadar yaklaşamadığım Mars heykeli ve diğer mozaikler de müthiş. Adamlar bu mozaikleri halı niyetine kullanmış. Onlara bakarak evin hangi kısmında olduğunuzu anlayabiliyorsunuz. Bazılarının en can alıcı yerleri kayıp. Beni en sarsanı, akşam vakti çıkardıkları bir parçanın sabah geldiklerinde yerinde yeller esiyor olması. Yurt dışındaki müzeler böyle doluyor işte.

Labirent gibi bir yerlerden geçip Çingene Kızına ulaşıyoruz. Kapkaranlık bir oda, yalnızca mozaik aydınlatılmış. Bu müze için hem kafa yorulmuş, hem para harcanmış. Güzel olmuş.

Bir anda aklıma Adana Müzesindeki mezar taşının üzerindeki tarihi okumaya üşenip, açıklama kısmına Bizans Dönemi - MS 330-1453 gibi olağanüstü detaylı açıklamayı yazan müzeciler geliyor. Bu işi öğreniyor muyuz, yoksa bu müze bir istisna olarak mı kalacak. Bunu zaman gösterecek.


Öğlen yemeği İmam Çağdaşta. Yemeğin nerede yeneceği sorun oluyor. Bazımız, bu kadar klişe bir yeri istemiyor. Ama herkesin bahsettiği bir yere gitmemek de olmaz. Diğer alternatif küşneme, ama küşneme kuzu ile güzel olur. Bu mevsimde kuzu olmayacağına göre, İmam Çağdaşı seçiyoruz.

Burası kocaman bir yer. Benim sevdiğim lokanta tarzında değil, ama yapılacak bir şey yok. Önden hepimize birer lahmacun geliyor. Söğürme ile yiyoruz lahmacunları. Ali Nazik, en sevdiğim yemeklerden biridir. Ama lahmacunu ilk defa patlıcanlı denedim. Sonra ortaya gavurdağı, soğan, simit, ve domates ezmeli kebap geliyor. Burada yediklerime muhteşem diyemem, ama rahatlıkla güzel diyebilirim.

Arkasından birer şöbiyet ve baklava alıyoruz. İkisi de fıstıklı olduğu için, keşke birer tane daha olsaydı falan demiyorum.

Yemekten sonra Mutfak Müzesine gidiyoruz. Bu özel bir müze, Göğüş ailesinin şehre armağanı. Gelenek ve görenekleri, piknikleri, yemekleri mankenlerle canlandırmışlar. "Gezen güzel, oturan gazel olur" sözünü ilk kez burada duyuyorum.

Oradan Gaziantep Kalesini geçiyoruz. Roma döneminde yapılan kale, şu anda Kahramanlık Panaroması Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzeyi gezerken aklıma Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye'sinden şu mısralar geliyor:

Antepliler silahşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi uzun ince dururlar.

Kurtuluş Savaşı kahramanları ve kahramanlıkları, müzede videolar eşliğinde gösteriliyor. Olayları göstermek için türlü heykeller yapılmış. Ancak her birinde sayısız anatomik bozukluklar bulunan bu heykellerin fotoğrafını çekmeye elim varmıyor.

Son durak Medusa Cam Eserler Müzesi. Buradaki eserler karışık. Hangisinin hangi döneme ait olduğu belli değil, ama içlerinde çok güzel olanlar var.Yunanlıların, cam aletleri kalıba dökerek, Romalıların ise üfleyerek yaptıklarını öğreniyoruz. Daha önceleri Fenikeliler, çok daha ilkel metotlar kullanırlarmış. Bir de, cam takı yapımını seyrediyoruz.

Akşam gideceğimiz yerler sınırlı, çünkü yemekle birlikte içki de içmek istiyoruz.Zirve'yi seçiyoruz. Burası, ismiyle müsemma dedikleri türden bir yer. Tepede, bütün şehir ayak altında. Yine çok kocaman bir yer. İki kişi çalıyor, birisi de şarkı söylüyor. Türk müziği. Biraz konuşmamızı engelliyor, bereket güzel şarkıları seçiyorlar.


Masaya muammara, humus, çiğ köfte, kaşarlı paçanga böreği ve kaşarlı mantar geliyor. Bu kadar büyük bir lokanta için hiç de fena değil. Yalnız alinazik, güzel olmasına rağmen soğuk.  Bu kadar büyük lokantada yemek yemenin sakıncalarından biri. Yine her birimize birer şöbiyet geliyor. Bir tane olduğu sürece sorun yok. Bu memlekette ağız tadıyla yemek yiyebilmek için gündüz vakti dolaşmak gerekiyor.














4 yorum:

  1. Zeugma Müzesini TRT Belgeselde de göstermişlerdi birkaç ay önce, gerçekten güzel yapmışlar. Darısı başıma. Kışın o taraflarda olma ihtimalim var da.

    YanıtlaSil
  2. Gidersen görmeni tavsiye ederim. Kazı yeri de güzel, ama müze müthiş.

    YanıtlaSil
  3. Şule bayramda bir yerlere yolculuk var mı* merak ettim :) İyi bayramlar :)

    YanıtlaSil
  4. Kesin değil ama, İstanbul. Belki bayramdan sonra. Bakalım...

    YanıtlaSil