Ertesi sabah Petra yolundayız. Yolda lego ev büyüklüğünde kilisevari şeyler görüyoruz. İçlerinde ikonalar ve çiçekler var. Tam da o noktada kaza yapıp ölenlerin anısına yakınları tarafından hazırlanmış maketler. İçlerinde sürekli mum yanarmış. Biz de kaza yapmayalım diye yanlarında durmadan geçiyoruz. Buradaki mezarların en fazla 3 yıllık olduğunu öğreniyoruz. Daha sonra kemikler şarapla yıkanıp beyaz çarşaf içinde merhumun yakınlarına verilirmiş. Mezara gitmek yerine çarşafı açıp kemiklerine bakmak da değişik bir anma şekli.
Buraya kadar gelmişken şair Sappho’dan bahsetmemek olmaz. Şair, her yıl doğum günü olduğu varsayılan 15 Ağustosta doğum yeri Eresos köyünde anılıyor. Asil bir aileden gelmiş, ve hayatının neredeyse tamamını bu adada geçirmiş. Antik Yunanda çok tutulan bir isim olduğu, Platonun kendisini “onuncu sanat tanrıçası” olarak nitelendirdiği söyleniyor.
Petra, çok eski çağlardan beri yaşanılan bir yer. Aşilin Truva Savaşına giderken burada mola verdiği söyleniyor. Bölge, adını üzerine Panayia Glykiphilousa kilisesinin yapıldığı kayadan almış. Kilise tepede, çıkmak için merdivenleri tırmanmak gerekiyor. Yukarıda bizi hoş bir sürpriz bekliyor, kilise bir vaftiz törenine hazırlanıyor. İnsanlar telaş içinde sağa sola koştururken en güzel kıyafetlerini giymiş konuklar, ellerinde hediyelerle kiliseye geliyorlar. Onları seyrederken rahip bize gülümseyerek bakıyor. Ben de ona gülümsüyorum, ve içimden bebeğe mutluluklar diliyorum.
Aşağıya inerken değişik bir müze görüyoruz. Buradaki tipik evleri göstermek adına bir konak, müze olarak düzenlenmiş. Hemen içeri dalıyoruz. Bize Avrupalılar kadar değişik gelmiyor, çünkü stil olarak bizim Osmanlı konaklarından çok farklı değil. Rehber bize burası için “Türk Konağı” demişti, ama içeride buna dair bir yazı göremiyoruz.Yapının özelliği, ilk katın yığma taş, ikinci katın ahşap olarak tasarlanmış olması. Buradaki evlerin çoğu bu şekilde düşünülmüş.
Öğlen yemeğini Skala Sykamnias’ta yiyeceğiz. Önce Sykamnia köyünden geçiyoruz. Yazar Stratis Myrivilis’in doğum yeri olarak bilinen bu köyden deniz manzarası çok güzel görünüyor Skala Sykamnias ise küçük teknelerin yanaştığı bir iskele. Kıyıdaki lokantalarda deniz ürünleri sunuluyor.
Rehberimiz burada ıstakozlu makarna yiyebileceğimizi söylüyor. Biz makarna ile karnımızı doyurmayalım, ıstakoz yiyelim diyoruz. Önden bir salata, tereyağda pişirilmiş karides geliyor. Yanında retsina şarabı içiyoruz. Ardından da böcek servis ediliyor. Ödediğimiz fiyatı falan yazmayacağım. Kazara olmayacak biri okur, Çeşmeyi bozdukları gibi orayı da bozarlar diye korkuyorum. Şu kadarını belirteyim, Çeşmede tek kişi ödeyeceğimiz fiyattan daha azını iki kişi için ödüyoruz. Yeri gelmişken yazıyorum, zamanlı zamansız kulakları çınlayan İstanbullular boş yere doktora falan gitmesinler. Çeşmeyi gördükçe biz çınlatıyoruz onların kulaklarını...
İkinci durağımız Molyvos (Mithymna). Adanın en eski yerleşim birimlerinden. Adını mitolojik kralı Makar’ın kızından almış, sonradan Molyvos olarak değişmiş. Adanın en turistik bölgesi. Tepedeki kale Bizans zamanından kalma. Manzarası harika, karşıda Ayvalık görünüyor. O kadar yakın ki, sanki boğazdayız. Manzaranın tadını çıkardıktan sonra sokaklardan yavaş yavaş aşağı iniyor, orada bir “yunan kahvesi” içiyoruz.
Molyvos’un Assos’un kopyası olduğu söyleniyor bize. Burada da Assos benzeri bir sit alanı olma durumu var. Yerel mimariye uygun olmayan evler yapmak yasak.
Sonraki durağımız Mandamados. Burası seramikleri ile meşhur bir yer. Yalnız bunlar bizim seramiklerimiz kadar güzel değil, belirtmek durumundayım. Taxiarchis kilisesini ziyaret ediyoruz. Bu kilise 1700 yıllarında inşa edilmiş, varlıklı bir kilise. Patrik V. Gregory’e ait dini kostüm dahil pek çok kutsal emanet saklıyor. Bu kilise 1800’lerin sonunda Türk korsanlar tarafından soyulmuş. Korsanlar oradaki tüm papazları öldürmüşler, bir tanesi saklanarak kurtulmuş. Söylentiye göre çıktığında gördüklerinden etkilenen papaz, öldürülen keşişlerin kanını toprakla yoğurarak bir ikona yapmış. Bu ikonanın ve kilisenin içeriden fotoğrafını çekmek mümkün olmuyor, oradaki illet zangoç çekmemize izin vermiyor. Sabahki gülümseyen rahipten sonra bu adam sinirlerimi tepeme çıkartıyor. Sadece dışarıda saldırıyı anlatan resmi çekebiliyorum.
Şehre dönünce ille de frape içmek istiyoruz. Sahil boyunda yürüyüp bir yere giriyoruz. Frape güzel, ama kaçırılmayacak bir şey değil. Otururken Midilli sakinlerini gözlemliyoruz. İspanyollardan değişik bunlar. Orada tuhafıma giden kıyafetlerdeki uyumsuzluktu. Kolsuz bluz altına botlar, ya da sandalet üzeri mont gibi değişik alışkanlıkları vardı. Üstelik her ikisini de gördüğüm için ayakları üşüyor bunların; hayır adamlar illa mont giyecekler diye bir şey de söyleyemiyordum. Ağustos sıcağında gibi giyinenler İngiliz, o konuda şüphemiz yoktu.
Buradakiler daha farklı. Frapan, ama ne frapan. Fıstık yeşili elbise, cart pembe çanta, mavi ayakkabılar şeklinde gökkuşağı gibi dolanıyorlar. Tamam, mor ve sarı gider mesela, ama bir de araya pembe koymazsın, değil mi. Renk uyumu harika!
Akşam yemeğinde bu kez Mytilene’deyiz. Sağlıklı olsun diye arkadaşım kuzu değil dana pirzola ısmarlıyor, ve ilk gün öğlen yaşadığım hayal kırıklığı tekrarlanıyor. Taze etten yapılmış kocaman pirzolayı bitiremiyorum. Birilernin bu adamlara bekletilmiş, en azından marine edilmiş etten yapılan yemeklerin farkını anlatması lazım.
öyle güzel anlatmışsın ki şimdi Midiili'ye gideeck olsam hiç zorluk çekmem:) Klasik Yunan Mitolojisinin En Güzel Efsaneleri kitabım aklıma geldi.iki ciltlik.yazarı Gustav Schwab.Tavsiye ederim.Bütün yunan mitolojisi kahramanları hakkında bilgi veriyor masal tadında.Sapphoro'yu sen anlatınca aklıma geldi.Paylaşımın için teşekkürler.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Kamikaze. O kitabı hemen edineceğim. Mitolojiyi severim çünkü.
YanıtlaSilRica ederim.Mitolojiyi ben de seviyorum.
YanıtlaSilhttp://www.kayiprihtim.org/forum/mitolojiler-b7.0/
Fantastik edebiyat sevenler için güzel bir site ve forum var.Burda mitoloji hakkında bilgi vermişler.Tavsiye ederim burayı da. :) Ben bağımlısı oldum.