1 Ocak 2015 Perşembe

SAINT PETERSBURG - 2

Sabah toparlanıp Hermitage Müzesine hareket ediyoruz. Müze geleneğini ilk başlatan Deli Petro. İlk Kunstkammer Müzesi açılıyor, ve Çarın hayranı olduğu anatomi uzmanı Frederic Ruysch’un kolleksiyonundan siyam ikizleri, anatomik bozuklukları olan vücutlar falan sergileniyor. Burası şimdi Antropoloji ve Etnografya Müzeleri olarak hizmet veriyor. O zamanlar halkı müzeye alıştırmak için ziyaretçilere ikramlar yapılıyormuş. Kadınlara kahve ve çikolata, erkeklere bir kadeh votka. Eh, müze alışkanlığı bir şekilde başlamış. Şu anda sayısız müze var.

Hermitage’a tek başınıza gelirseniz yaklaşık iki saat kuyrukta bekleniyormuş. Biz randevuyla gelen gruplardanız. Teknoloji son noktada. Grubumuzda herkese birer kulaklık dağıtılıyor. Rehberimiz, mikrofonundan bize müzeyi tanıtıyor. Böylece konuşan diğer anlatıcılardan rahatsız olmadan müzeyi gezebileceğiz. Hem de ses azaldıkça uzaklaştığımızı derhal fark edip harekete geçme imkanımız oluyor. Bir tek burada gördüm, ama bizim büyük müzelerimizde de uygulanabilir, çok pratik bir şey.

Müzeyi kuran II. Katerina değişik bir şahsiyet. Çar Petro’dan sonra Rus tarihinin en önemli hükümdarı, III. Petro ile evlenmek için ülkeye gelen bir Prusyalı prenses. Çok entelektüel, birkaç sene içinde pek çok Rustan daha iyi Rusça konuşabilecek kadar yetenekli. Öyle ki, Voltaire ve Diderot gibi Fransız yazar-düşünürlerle yazışacak kadar Fransızcaya hakim. Halkın sevmediği Alman hayranı eşi çar olduktan altı ay sonra bir darbe ile yerine geçiyor ve ülkeyi 34 yıl yönetiyor. Bu arada Lehistanı ortadan kaldırıyor, Osmanlıya büyük kayıplar verdiriyor. Kırım, Hristiyanlara karşı kaybedilen ilk Müslüman toprağı olması açısından önemli. Yine Osmanlı donanması Çeşme yakınlarında çariçe zamanında yakılıyor. Bu olayın anısına yapılan Çeşme Sarayı ve Çeşme Kilisesi ziyarete açık. İlk kız okulu, ilk kütüphane onun zamanında yapılıyor. Tabiyetindeki Müslümanlar için de Kuranı çevirtiyor.

Önden Küçük Hermitage yaptırılıyor. Fransızca kelime anlamı sakin ve huzurlu bir yerde dinlenmek olan bu yerde, II. Katerina küçük özel davetler veriyor. Görgü kuralları olarak adlandırılabilecek on kuralına uymayan misafirlerine uzun bir şiiri ezberleyip herkesin önünde okumak gibi değişik cezalar veriyor. Ama en önemli kuralı, konuşulanların oradan dışarı çıkmaması. Bu kurala uymayanlar bir daha davetlere çağrılmıyor. Binanın yan galerilerinde sergilemek için Fransa’dan yaklaşık 200 parçalık resim koleksiyonu ısmarlıyor. Bu tarih, müzenin başlangıç tarihi. Sonradan genişleyen sanat eserleri için Büyük Hermitage yapılıyor. Yaklaşık 60 yıl sonra yapılan Yeni Hermitage, Rusya’da müze olarak tasarlanan ilk bina. Bu arada Petro’nun eski sarayının yerine yapılan tiyatro binası, askeri bina derken müze yedi binaya yayılıyor.

Antik dönemden aklınıza gelen tüm uygarlıklar burada. Belki aklınıza gelmeyecek olan Altay, Moğol uygarlıkları da var. Daha yakın çağlardan ise tüm Avrupa ve Asya'dan o dönemde yaşamış tüm önemli sanatçılardan bir şeyler görebiliriz. Sergilenen eserlerin çokluğu nedeniyle Guinnes rekorlar kitabına geçmiş. Yarım günde ancak en önemli parçaları gezebiliyoruz.

İnanılmaz resim koleksiyonu içinde Romanov ailesinin resimleri de var. Bunlardan bir tanesini çok merak ediyoruz. Petro’nun eşi I. Katerina. Baltacı Mehmet Paşa ile olan meşhur dedikodunun kahramanı Katerina. O dedikodu doğru mu, şüpheli; ama biz yine de çariçeyi merak ediyoruz. Gören aşık olmuş. Petro’dan önceki eşi onun çarla karşılaşmasını engellemek için elinden geleni yapmış. Ama bir gün kaçınılmaz son gerçekleşmiş. Çar Katerina’yı görmüş ve olay bitmiş. Bütün bu lafların üzerine resmi görünce şoka giriyoruz.

Rehberimizin sonradan bize anlattığına göre Kıvanç Tatlıtuğ burada sıradan sayılıyormuş. Oysa yeni başlayan bir Çalıkuşu dizisi varmış ki, esas oğlan çok beğeniliyormuş. Çünkü kara kaşlı kara gözlü birisiymiş. Bu sözleri çariçeyi görmeden önce duysaydım da hayal kırıklığına uğrardım. Çünkü o zaman da şöyle Türkan Şoray gibi bir şey beklerdim. Bazı filmlerinde esas oğlan ona aşık olmadan önce çirkinleştirilir ya, ancak o şekilde bir bağlantısı olabilir. Başka yorum yapmıyorum.

Müzenin, eserleri farelerden korumak için II Keterina’dan beri beslenen kedileri de meşhurmuş. Bunu duyunca seneler önceye gidiyorum. Annem kız yurdu yöneticisiydi, ve odalarda yiyecek bulundurmak yasaktı. Sık sık dolaplar aranır, bulunan yiyeceklere el konurdu. Yiyecek yasağının nedeni farelerdi. Yıllar sonra ben de yurtta kaldığımda o kızları düşünmüştüm. Gecenin bir yarısı ders çalışırken yaşanan o açlık hissi çok beterdir. Kız yurdunun altındaki köfteciye üşüşürdük. Birinci kata köfte verebilmek için yaptığı özel bir aparatı vardı. Ve biz gece yarısından sonra o pencerenin önünde sıraya girerdik.

Bizim yurtta da yemek sorunu kedilerle çözülmüştü. Yakın bir arkadaşımın yatağının içine doğurmasından başka bize bir zararları olmadı.

Müzeden çıkarken, Louvre’dan sonraki en büyük koleksiyona sahip Fransa bölümünün yakınından bile geçmediğimizi fark ediyorum. Layıkıyla gezmek aylar alır diyor rehberimiz.

İkinci durak Peter ve Paul Kalesi. Kale Çar Petro tarafından başkenti İsveç saldırılarından korumak amacıyla yapılmış, ama bu şekilde hiç kullanılmamış. Şehir garnizonu ve üst düzey siyasi mahkumlar için hapishane işlevi görmüş. Şu anda St Petersburg Kent Müzesinin merkezi olarak hizmet veriyor.

Kalenin içindeki en önemli yapılardan biri Peter ve Paul Katedrali. Başkenti Moskova’ya geri taşıyan II Petro ve zindanda öldürülen VI Ivan hariç, I Petro’dan III Alexander’a kadar tüm hanedan burada yatıyor. Son çar II Nikolai ve ailesinden geride kalanlar, ölümlerinin 80. yıldönümünde yan taraftaki St Catherine Şapeline defnedilmiş.

Rus Bastili diye anılan hapishanenin ilk misafirlerinden biri I Petro’nun oğlu Alexei Petroviç. Çarın ilk eşinden olan oğlu ile yıldızı tam anlamıyla hiç barışmamış, zamanla muhalefetin de desteklemesiyle çara rakip gösterilmeye başlanmış. Tabi ki sonu pek iyi olmamış. Sonraki yıllarda Dostoyevski, Gorki, Bakunin gibi kişilerin kaldığı yerde mahkumlar kimseyle görüştürülmezmiş. Yine de odalar bizim ülkemizdekilere göre daha büyük ve aydınlık, bunu belirtmek zorundayım.

Şehir merkezine döndüğümüzde kısacık bir serbest zamanımız oluyor. Bunu Kazan Katedralini gezmek için kullanıyoruz. Katedral, Rusyanın Napolyon karşısında kazandığı zaferin anısına yapılmış, Vatikan’daki St Peter Bazilikasının kopyası. Devrimden sonra Dinler Tarihi ve Ateizm Müzesi olarak kullanılmış. Rusya kurulduktan sonra şehrin metropolitinin katedrali olarak yeniden hizmet vermeye başlamış. Kadınlar aynı bizdeki gibi başlarını örterek dua ediyorlar. Bahçede pek çok yerde olduğu gibi beraber resim çektirmek için Petro ve Katerina var.

Petro sakalsız ilk çar. Sakal traşı olmayı Avrupalı olmanın bir göstergesi saydığı için halkının da böyle davranmasını istiyor. Yasaklasa olmayacak, onun yerine sakal vergisi koyuyor. Tabi vergi verecek kadar parası olanlar hariç herkes sakalını kesmek zorunda kalıyor.

Tekne gezisinde, şehrin Venedik ve Amsterdam’dan çok daha fazla sayıda olan kanallarını dolaşıyoruz. Çar Petro Venedik’ten çok etkilenmiş, aynen oradaki gibi gondollar getirtip halka kullanmasını öğrenmeleri için çeşitli imkanlar tanımış. Sonraki yıllarda da İtalyan mimar merakı devam etmiş. Tüm önemli yapıları onlar tasarlamış. Hatta kiliseleri bile Ortodoks stiline bağlı kalmaları şartıyla bu mimarlar yapıyor. Bir tek Peter ve Paul Katedrali daha çok Katolik kiliselerini andırıyor. Bunu da çarın dinle fazla ilgili olmamasına bağlıyorlar.

Altından geçtiğimiz köprüler o kadar alçak ki, ayakta durmamıza izin verilmiyor. Teknenin ortasında durduğum için köprülerin en yüksek kısmına denk geliyorum. Her seferinde kolumu yukarı kaldırıyorum, bir tanesinde oturduğum yerden köprünün altına dokunabiliyorum. Orta boylu sayılırım, boyu uzun olanlar bu hareketi bile doğru dürüst yapamaz. Gece yarısından sonra tek tek açılan köprüler, büyük teknelerin geçmesine izin veriyor. Köprülerin açılırken seyretmek çok güzelmiş, biz denk getiremiyoruz.maalesef.

II Katerina’nın oğlu Pavel’in yalnızca 40 gün yaşayabildiği sarayı görüyoruz. Çar, halk tarafından da fazla sevilmeyen bir tip, Annesi onu sürekli dışlamış, belki biraz da kompleksli. Her neyse, öldürülmekten çok korktuğu için kale gibi bir saray yaptırıyor, ve burada korktuğu başına geliyor. Sonradan ordunun mühendislik okulu olarak kullanılıyor. Dostoyevski bu okuldan mezun olmuş.

Kanallardan nehir tarafına geçtiğimizde ise devrimi başlatan Aurora gemisi ile karşılaşıyoruz. İlk olarak Japon savaşında kullanılan gemi, İkinci Dünya Savaşına kadar hizmette kalmış. Şu anda müze. Gemiden yapılan bir top atışı ile Kışlık Sarayın zapt edilişi başlıyor.

Kanalda gençler eğlence amacıyla teknelerde müzik çalıp dans ediyor. Yanımızdan geçen bir teknenin içinde altı kız, gayet spor kıyafetlerinin üzerine duvaklar geçirmiş, çılgınca dans ediyor. Duvaklardan biri beyaz, diğerleri mavi olduğuna göre düğün öncesi kızlar arası bir parti olabilir.

Tekne turu sonrası yemeğe gidiyoruz. Yemekten sonra da bir gösteri izleyeceğiz. Önden havyarlar geliyor. Siyah değil ama kırmızı havyar lokantalarda sıkça karşılabileceğimiz bir şey. Yanında votka. Arkasından tavuk kievski geliyor. Yemeğimizi yerken bir taraftan da dans gösterisini izliyoruz. Derken bir soprano çıkıyor sahneye, ve Türkçe bir şarkı söylüyor. Aklıma Kızıl Ordu Korosunun söylediği Tarkan şarkıları geliyor. Derken yan masaya alevli bir doğum günü pastası geliyor. Burada tarzlar değişik. Hareketli müzikler çalarken bir anda kendimi pistte buluyorum. Dans edenlere neşeyle tempo tutarken birden tuhaf şekilde tanıdık bir melodi duyuyorum. Hani bilirsiniz, ama çıkaramazsınız, öyle bir hisse kapılıyorum. Ne çaldıklarını anladığım an ağzım bir karış açık kalıyor. Bu adamlar Ankara’nın Bağları’nı nereden biliyor!

Gösteriden çıktığımızda saat 22:00, ama her yer aydınlık ve sokaklar hala dolu. Ben de arkadaşlarımla biraz gezmeye karar veriyorum. Meşhur Nevski Caddesine gidiyoruz. Yalnız saat 22:00 itibarı ile dükkanlar kapalı olduğu için kendimi Pazar tatilinde dışarı çıkmış gibi hissediyorum. Tuhaf bir his. Önce eski Singer binasına dışarıdan bakıyoruz. Singer buraya bir gökdelen yapmaya karar vermiş, ama şehirde kışlık saraydan daha yüksek bina yapma izni olmadığı için böyle değişik bir tarz düşünmüşler. Devrimden sonra kitapçı olmuş. Şimdi de binada bir kitapçı varmış, ama asıl ikinci kattaki Kafe Singerde oturup bir kahve falan içmek isterdim doğrusu.

Singer binası karşısında Kazan Katedrali, az ilerisinde de çarlık zamanından kalma alışveriş merkezi diyebileceğimiz bir bina. Bunların hepsine ancak dışarıdan bakabiliyoruz, çünkü saat 23:00, hepsi kapalı. Sonra azıcık daha yürüyüp kanal duvarlarından birine konmuş küçücük kuş heykelini görüyoruz. Kuşun durduğu yere yukarıdan para atılıyor. Eğer para suya düşmezse, dileğiniz olacak demek. Bir mühendis olarak o yükseklikten şu eğimle atılan paranın durma ihtimalinin lotodan para kazanma ihtimalinden daha az olduğunu söyleyebilirim. Daha fazla şans isteyenler kuşa su tarafından yaklaşıyor. Adamın biri botunu iyice yanaştırıp kucağında kaldırdığı küçük kızın eline veriyor parayı. İşte o zaman dileğiniz gerçekleşebilir, çünkü kız parayı neredeyse bırakıyor.


Hemen oracıkta Çar Petro’nun Yaz Bahçesine de dışarıdan göz atabiliyoruz. Çarın bizzat planladığı, yeni ve modern Rusya için tasarlanan heykellerin ve nadir bitkilerin yer aldığı bu park artık bir müze. Son ziyaretimiz de Mars Parkına ve oradaki St Petersburg için ölen tüm askerlere adanmış sönmeyen ateşe. Hava hala aydınlık, ama gece yarısı olduğu için artık geri dönelim diyoruz, yarın sabah yine gezeceğiz.

2 yorum:

  1. Baştan sona Keyifle okudum:))Çok İlgimi çekti St. Petersburg.1. Katerina'nın resmini görünce aklıma Mecnun'un "Siz Leyla'yı bir de benim gözümden görün" demesi aklıma geldi:) Müze'deki kulaklık uygulaması çok hoş hakikaten.Bizde de inşallah olur bu uygulama. Emeğine sağlık Şule'cim..

    YanıtlaSil