30 Aralık 2014 Salı

SAINT PETERSBURG - 1

Ruslara göre Büyük Petro, biz ona Deli Petro diyoruz. Aslında Çılgın Petro demek istemişiz. Yaptıkları tam bir çılgınlık. Ama işe yaramış. Güneyde Osmanlılar, batıda İsveçliler, Rusya bir türlü denize açılamıyor. Ne yapıyor, zapt ettiği batak araziyi muhteşem bir liman şehrine dönüştürüyor.

 Şehrin yapımı sırasında, binlerce insan zor şartlarda çalışmak zorunda bırakılıyor. Bu arada yüz bine yakın insan ölüyor. Şehre gelen herkes, cüssesine göre taş getirmek zorunda kalıyor. Gemiler şu kadar, arabalar şu kadar, yaya gelenler şu kadar diye limitler var. Soyluların konut yapması, ve yılın en az birkaç ayını burada geçirmesi şart. Şehri kısa zamanda yaşanır hale getirmek için gerçekten çılgın olmak gerekiyor.

Havaalanı tarafı İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanan bölge. Yapılar Sovyet mimarisi tarzında, Stalin evleri deniyor. Yan yana bir sürü TOKİ evleri gibi. Sevimsiz. Şehir merkezine yaklaştıkça mimari değişiyor.

Bizi karşılayan ilk anıt, 900 günlük Nazi kuşatması anısına yapılmış olan. Zaferini Astoria Otelde kutlamak için davetiye bile bastıran Hitler’in hevesi kursağında kalmış. Canları çıkmış, ama teslim olmamışlar.

Bazı arabaların arkasında sarı bir işaret var. Yazılar Kiril alfabesi, ama ünlem işaretini tanıyoruz. Acemi şöför işareti! Ehliyet aldıktan sonra herkes arabasına bu işareti yapıştırmak zorunda. Böylece iki yıl boyunca trafik kurallarına doğru dürüst uyulmayan bu memlekette değişik bir statünüz oluyor.

Rus kelimesi Fin kökenli, Ruslar da Slavlarla karışan kuzeyli bir kabile. Önceleri Slavlar zayıf bir kavim. Roma İmparatoru I. Otto, Slavları hakimiyeti altına aldıktan sonra onları köle olarak kullanmış. Hatta Latin kökenli İngilizce “slave” (köle) sözcüğü buradan türemiş. Slavlar sonradan güçlenip prenslikler kurmaya başlıyolar.

İlk kurulan Kiev Pransliği. Aleksandr Nevski de Kiev prensi. Şehrin en önemli caddelerinden birine adını vermiş. Ama o bölgedeki küçük prenslikleri toparlayıp Rus topraklarını birleştiren Moskova Büyük Prensi III Ivan. Korkunç Ivan’ın dedesi. Son Doğu Roma imparatorunun yeğeni ile evli olan prens, İstanbul alındığında kendini imparatorluğun mirasçısı, Moskova’yı da 3. Roma ilan ediyor. Hanedanın sembolü çift başlı kartal da buradan kalma. 500 yıl önce köle olarak kullandığı bir ırkın mirasını sahiplenmesi de Roma için kaderin bir cilvesi olmuş bence.

Şehir merkezinde Antalya Gurme Restoran ve çiğ börek yazılarını görünce şaşkınlığa uğruyorum. Antalya güzel bir ilimiz ama mutfağı ünlü değil. Sonra jeton düşüyor. Buradan aktarmasız uçulan iki Türk şehri var, İstanbul ve Antalya. Popüler bir ismi alakasız yerlerde kullanma huyu burada da var demek.

Akşam yemeği açık büfe. Önden her zamanki gibi sevimsiz geliyor bana. Ama sonradan memnun olacağım. Servis o kadar yavaş ki, ekstra hiçbir şey istememeye karar veriyoruz. Yunan adalarındaki gibi bir rehavet durumu değil de, becerememe, halledememe hali var. 

Mesela, gezinin ikinci durağı Moskova’da yemekten sonra şehre inmeye karar verdiğimizde otel bize taksi çağırıyor. Dışarıda bekliyoruz. Kapıya birkaç araba geliyor, şöförler birilerini bekliyor. Onlar ayrı, biz ayrı bekleyip duruyoruz. Sonunda bir arkadaşımız resepsiyona gidip taksileri soruyor. Meğer kapıda bekleyen şöförler bizim içinmiş! İçeri girip sormasak kim bilir daha ne kadar bekleyecektik.

Yemekten sonra şehri dolaşmak için otobüsümüze biniyoruz. Kanlı Kiliseyi III. Aleksandr, babasın suikaste kurban gittiği yerde bir anıt gibi yaptırmış. Rengi de bu yüzden kırmızı. Eski Rus tarzı çatısı ile şehrin en güzel yapılarından. Diğer pek çoğu gibi İtalyan mimarlar tarafından tasarlanmış. İçi dışı İtalya’dan ve Rusya’nın çeşitle bölgelerinden getirilen taşlarla bezenmiş.

Çarın babası suikasta kurban gidiyor, oğlu da devrim sonrası kurşuna diziliyor. Kilise yağmalanıyor ve kapanıyor. 90’ların sonuna kadar kapalı kalıyor. Rusya kurulduktan sonra kilise eski ihtişamına geri dönüyor.

Kilisenin yanındaki kanaldan yürümeye devam ediyoruz. Şehrin en hareketli caddelerinden birindeyiz. Kanalın iki yanında birbirinden ilginç yerler var. Zamanımız ve enerjimiz olsa, birine oturacağız. Ama yorgunuz, ve tanımadığımız şehirde otobüslerin belli saatten sonra dolaşması yasak. Biz de gece yarısına doğru teker teker trafiğe kapanacak olan köprülerin birinin dibinde kalmak istemiyoruz. Sokak şarkıcılarından iki kıza gözümüz takılıyor. Birinin elinde akordeon, diğeri müthiş bir sesle aryalar söylüyor.

Zamanı durdurmak istiyorum. Saat 23:00 ama hava hala aydınlık, sokaklar kalabalık. Bize sakin olun, gezinin tadını çıkarın der gibi. Arkamıza baka baka otelimize dönüyoruz.

4 yorum:

  1. Çok güzel.Keyifle okuyorum ve bu güzel yazı dizisinin devamını heyecanla bekliyorum.Çok akıcı yazıyorsun özlemişiz yazılarını Şule'cim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Sanemcim Bu kadar uzun ara vereceğimi ben de düşünmemiştim.

      Sil
  2. Çok güzel Şule. Devamını bekliyoruz :)

    YanıtlaSil
  3. Sağol Vladimir. Bir aksilik olmazsa her gün bir yazıyla geziyi tamamlayacağım.

    YanıtlaSil