2 Ekim 2013 Çarşamba

KÜBA - TRİNİDAD II

Sabah erkenden deniz kıyısındayız. Bir-iki saatlik bir yolculuktan sonra bir adaya ulaşıyoruz. Bir kısmımız dalış yapmak üzere başka bir tarafa giderken, biz keşfe çıkıyoruz. Kumların arasından çıkan palmiye ağaçları ile turistik broşürlerde gördüğümüz fotoğraflara çok benziyor. Kıyı taşlık, deniz yosunlu. su hiç serinletici değil. Buna rağmen azmedip denize girdiğimize hiç pişman olmuyoruz. Çünkü bir kaç adım sonra çevremizde balıklar gezinmeye başlıyor. Şnorkele alışık değilim, ama becerebildiğim kadarıyla dalıp etrafı seyretmeye başlıyorum. Çok güzel.


Öğlen deniz ürünlü paella yiyoruz. Ardından yine değişik kokteyller ikram ediliyor. Balık manzaralı bir öğleden sonra geçiriyoruz. Akşam döndüğümüzde bir de kaldığımız yerde denize giriyorum. Ama bir gün önce girenlerin uyarılarını dikkate alıp fazla açılmıyorum. Açıklarda gezen denizanaları, günlerce geçmeyecek izler bırakıyor. 

Bir önceki akşamın verdiği şevkle, yorgunluğa aldırmadan yeniden şehre iniyoruz. Bu kez Casa de la Musica'ya gidiyoruz. Daha büyük, daha meşhur bir yer, canlı gösteriler yapılıyor burada. Büyük bir meydandayız, esinti sıcağı hissettirmiyor. Ama sahneye uzak olduğumuz için sadece seyrediyoruz. Danslar güzel, ama dünkü gibi havaya giremiyoruz bir türlü. Belki böylesi daha iyi oluyor, zamanı gelince nazlanmadan hemen kalkıyoruz.

Sabah Kübalılara özgü değişik bir araçla tanışıyoruz. Rus malı tankları tankları kamyon haline getirmişler, ve bu kamyonları toplu taşıma aracı olarak kullanıyorlar. Şehirlerde görmüştük, bu kez yakından karşılaşma fırsatını yakalıyoruz. Bildiğimiz kamyon kasasının içine beş altı sıra ikişerli koltuklar koymuşlar, üstlerine de güneşten koruma amaçlı bir tente yerleştirmişler, hepsi bu. Bizi tropik orman yürüyüşüne götürmek üzere otelimizden alıyor. 




Havanın sıcaklığına aldanıp incecik kıyafetlerle yola çıktığıma pişman oluyorum. Serin dağ havasında, oldukça havadar olan kamyonda seyahat ederken çantamda ne varsa çıkarıp üst üste sarınıyorum. Neyse ki yürüyüşe başladığımızda her şey yoluna giriyor. Tropik orman, haliyle yeşilin her tonunu görebiliyoruz. Sadece o değil, Küba'nın ulusal kuşu kabul edilen tocororo kuşu ile de tanışıyoruz. Görmemle uçması bir oluyor. Küba bayrağının renklerini taşıyan kuş, yalnızca bu adada bulunuyor. Basit tırmanışlar, tek bir kütükten oluşan köprüler, mağaralar derken çağlayan karşımıza çıkıveriyor. Dibindeki göle girerken adada ilk defa içim ürperiyor.

Yürüyüş sonrası kocaman bir tesiste önden ikram edilen kokteyllerimizi, sonra da yemeğimizi bitirip derhal yola çıkıyoruz. Yolda değişik meyveler satan bir kulübenin önünde duruyoruz. Bu kez tattığımız meyve mamey. Etli kısmı balkabağına benziyor. Aynı renk ve görünümde. Ama tadı bambaşka. Yumuşak, tatlı bir meyve. Diğer meyvelerden çok daha fazla beğeniyorum.

Akşam yine bir tatil köyündeyiz. Şehre pek yakın değiliz, akşam ne yapabiliriz diye düşünürken değişik bir programa denk geliyoruz. Defile yapılıyor. Böylece hayatımda ilk defa, hem de en ön sıradan izleyebildiğim bir defileye katılmış oluyorum. Bizim için değişik bir anı.

2 yorum: