7 Ekim 2013 Pazartesi

KÜBA - SANTA CLARA

Sabah Santa Clara'ya doğru yola çıkıyoruz. Hani şu Hasta Siempre şarkısında adı geçen Santa Clara. Küba'da bu şarkı ve Guantanamera o kadar çok söyleniyor ki, artık söylerken otomatiğe almış gibiler. Turizmin ülkeden götürdüklerinden biri de bu olsa gerek.




Şehrin önemli noktalarında hep Che'yi hatırlatacak bir şey görüyoruz. Yine de turizm burayı bozmamış, inşallah bozmaz. Şöyle ki, gezdiğimiz her yerde yanımıza gelip Che resimli banknotlar, şapkalar, fularlar satmaya çalışan insanlardan burada eser yok.

Fidel Castro ve arkadaşları, 1953'teki başarısız saldırılarından sonra tutuklanır, mahkemede Castro  "Tarih beni aklayacaktır" diye biten ünlü savunması yapar. İki yıl sonra afla serbest bırakılır ve Meksika'ya geçer. Burada Che Guavara ile tanışır, ve Granma adlı yatla Küba'ya geri döner. Sierra Maestra dağlarında güçlenen hareket, iki yıl sonra yeniden saldırıya geçer. Batista'ya önemli miktarda silah ve cephane taşıyan tren, Che Guavara tarafından bu kentte ele geçirilir. Ardından Batista ülkeyi terk etmek zorunda kalır.

Tren, durdurulduğu yerde müze haline getirilmiş. İlk olarak burayı geziyoruz. Savaş sırasında çekilen resimler, belgeler sergileniyor. Treni durduran buldozer, ve ölenlerin anısına yapılan anıt ise trenin hemen yanında.


Sonra şehri geziyoruz. Bazı binaların üstünde hala duran kurşun delikleri var, öylece saklıyorlar. Sokakları gezmeye başlıyoruz. Dükkanlar alışık olduğumuz gibi değil. Mesela bir eczaneye giriyoruz, duvarda yazmasa kesinlikle anlamazdım. İlaçlar, markalarına göre değil de işlevlerine göre satılıyor. Ağrı kesiciler, antibiyotikler diye yazıyormuş kutuların üzerinde. Sağlıkçı arkadaşlarıma borçluyum bu bilgiyi. Bakkallar da farklı. Daha çok şey satılıyor, ama miktarlar az. Bir tek içki dükkanları tanıdık geliyor, şişe şişe içkiler vitrinlerde duruyor.

Açık bir kilise görüyorum. Daha önce gördüklerimizin içine girememiştik, ilk defa denk geliyor. Bu kez de durduruluyorum, temizlik varmış. Peki, yalnızca resim çekeceğim diye işaret ediyorum, tamam diyor görevli. Hayatımda gördüğüm en sade katolik kilisesi ile karşılaşıyorum.


Ardından Che müzesine giriyoruz. Müzenin içinde fotoğraf çekmek yasak. İçeride daha çok fotoğraflardan oluşan bir sergi var. Bazıları çok güzel, keşke şöyle bir satış reyonu olsa da, kopyalarını alsak diye düşünüyorum. Mezarı ziyaret edip çıkıyoruz. Anıta doğru giderken bir mezarlık görüyoruz. Devrim zamanı ölen gençleri ağırlıyor, hepsi yirmilerinde.

En son anıt. Che heykelinin altında "Zafere kadar, daima" yazıyor. Kolu sarılı, başında bere, elinde tüfekle uzaklara bakıyor. Genç öleceğini tahmin etmiştir herhalde. Ama dünyada en çok satılan resimlerden birinin kendisininki olacağını düşünemezdi. Görüyorsa oralardan, ne hissettiğini merak ediyorum.

Anıttan ayrılırken kocaman bir Chavez resmiyle karşılaşıyoruz. Küba, zor günlerinde kendisine destek olan devler başkanını unutmamış.

Adadaki son gecemizi Havana'da geçireceğiz, vakit kaybetmeden yola çıkıyoruz. Yolda yemek için duracağımız yerde karides ve dilersek timsah eti deneyebileceğimiz söyleniyor. Oraya gidince yine aynı soruyla karşılaşıyoruz: Tavuk mu, balık mı. Israrla timsah anlatmaya çalışıyorum, ama yok. Buralarda beklenen her şey olmuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder