27 Eylül 2013 Cuma

KÜBA - HAVANA - MATANZAS - CIENFUEGOS

Ertesi sabah, El Caballero de Paris (Parisli Bey) ile tanışıyoruz. Aklını kaybettikten sonra Havana sokaklarında yaşayan, tanımadıklarından asla para kabul etmeyen, yaşam felsefesi, din, politika ve güncel konular hakkında etrafındakilerle sohbet eden bu renkli kişi 1985'te öldükten sonra bire bir boyutta bronz heykeli yapılmış. Şans getirdiğine inanılan sakalına ben de dokunup ülkem için güzel günler diliyorum.

Havana'dan Matanzas'a doğru yola çıkıyoruz. Küba'nın ikinci büyük şehrinde artık müze olan Avustralya Şeker Yapımevini ziyaret ediyoruz. Bizi yıllar öncesinden kalma bir kara trene bindirip tarım alanına götürüyorlar. Toprak inanılmaz verimli, dev bitkiler yetişiyor. Benim tanıyabildiklerim muz ve mango ağaçları. Şeker kamışının tadına bakıyorum. İlkokulda tesadüfen karşıma çıkan bu bitkiyi pırasaya benzetmiştim. Buradaki kereviz sapını andırıyor. Oldukça lifli, şekerli suyu bittikten sonra kalanı yutamıyorum. Yanında tropikal meyvelerden ikram ediliyor. Hemen oracıkta küçük bir müzik ve dans gösterisi yapıyorlar bize. Yıllar önce birisi bana burada köpeklerin bile dans eder gibi yürüdüğünü söylemişti, doğruymuş! Ardından, hamile palmiye ağacının özsuyunu önümüzde çıkarıp tattırıyorlar. Tatlımsı, tuhaf bir şey. Tatlı içecekleri pek sevmediğim için fazla vermediklerine seviniyorum.


Yolumuza devam ediyoruz. Cienfuegos sevimli bir şehir. Eskiden zenginlerin sayfiye yeriymiş. Evler Havana'ya göre biraz daha bakımlı, daha renkli. Elhamra Sarayını andıran bir evi geziyoruz. Bir köle tüccarının malikanesi. Granada'daki saraya hayran olup bir benzerini buraya yaptırmış. Terasına çıkıp birer mojito içiyoruz. Bizde hemen bir çay ikram edilir ya, burada da mojito ve benzeri kokteyller aynı durumda. Bir yere girer girmez hemen bir kokteyl sunuluyor. Burada bir süre vakit geçirdikten sonra 
otelimize geçiyoruz, orada da turuncu bir kokteyl içiyoruz!

Bütün Küba içinde en çok bu şehri sevdim desem yalan olmaz. Büyük şehir havası yok, belki de beni o etkiledi. Yemek sonrası sokakları geziyoruz. Fransızlar tarafından kurulmuş, daha sonra valinin adıyla anılan bir İspanyollar kasabası haline gelmiş. Müzik çalınan yerler var, ama geç vakit başlayacağı için otelimize geri dönüyoruz. Yemekte bize eşlik eden grup yok, ama terasın manzarası çok güzel. Sakin sakin manzaranın tadını çıkarıyoruz.

Ertesi sabah şehri gezmeye devam ediyoruz. Kocaman gövdeli tropik ağaçlar görüyoruz. Yere değen dallar yeniden kök verdiği için ağaçların gövdesi orta halli bir oda büyüklüğüne erişebiliyor. Unesco koruması altında olan şehir,  koloniyel mimari açısından bir cennet. Zamanında Enrico Caruso, Sara Bernhardt gibi sanatçılara ev sahipliği yapan Tomas Terry Tiyatrosuna şehrin şeker plantasyonu sahiplerinden birinin adı verilmiş.  José Marti Parkında oturup bu güzel şehrin havasını soluyoruz. 

1 yorum:

  1. Ben de cienfuegos şehrini en çok merak ettim tüm küba'yı merak etmekle birlikte.Küba'yı merak edenler için çok doyurucu bir gezi serisi olmuş.

    El Caballero de Paris (Parisli Bey) beni çok etkiledi.Ruhu şad olsun.


    YanıtlaSil