24 Eylül 2013 Salı

KÜBA - HAVANA I

"Gözlerin bu güne dek görmüş olduğu en güzel şey!"

Bu lafı Christoph Colomb Küba'ya çıktığı zaman söylemiş. Bizim duygularımız karışık. Memleketten güzel haberler alma derdindeyken, İzmir'den Havana'ya beklemeler dahil 24 saatte geldiğimiz için biraz sersemlemiş durumdayız. Bu şartlar altında etrafımıza bakıyor, yemyeşil manzaranın  olabildiğince tadını çıkartmaya çalışıyoruz. Klimalı otobüsümüz Çin malı. Geçen seneye kadar eski otobüslerle seyahat edildiğini, bunların yolda en az bir kez bozulduğunu, kenara çekilen her aracın yanında diğerlerinin durduğunu, imece usulü tamir edilip yola çıkıldığını öğreniyoruz. Yeni otobüslerin tek dezavantajı, birbirinin aynı olması. Yani birden fazla otobüsün geldiği bir yerdeyseniz, bir de benim gibi hemen paniğe meyilli biriyseniz tehlike altındasınız! Hangi otobüs? Bunu bilmenin tek yolu, tecrübeli ve akıllı bir arkadaşımın yaptığı gibi otobüsün yazılarının arasındaki numarayı ezberlemek. Mesela bizimki 124 idi, Bunu kolayca yakalayamayabilirsiniz, ama bilerek bakınca hemen görebiliyorsunuz.


İlk gün otelde dinlenmek yerine hemen dışarı çıkıyoruz. Sanki 24 saattir yollarda olan biz değiliz, hemen çevreyi gezmeye başlıyoruz. Etrafta çok müze var, bunlardan bir kısmını sonradan gezeceğiz. Ama mesela Çikolata Müzesini gezme imkanı bulamayacağız. Ne zaman önünden geçsek kapalı, bir türlü denk getiremeyeceğiz. Sokakları, meydanları dolaşıyoruz. Bir zamanlar zengin olan, ama şimdi fakirleşmiş bir ailenin evinde gibi hissediyorum kendimi. Bakıma alınan bazı binalar boyanmış, bazıları dökülüyor. Ama hepsi temiz, hepsi kullanılıyor. Giyile giyile yıpranmış, rengi solmuş, ama temiz ve ütülü bir ipek elbise gibi duruyor Kübalıların üzerinde.

Aynı zamanda imalat da yapan bir biracıda günü bitiriyoruz. Daha çok yerli halkın geldiği bir yer burası. Boş masa bulmak zor. Biz de tam kadro değiliz, küçük bir masanın etrafına sıkışmaya razı oluyoruz. Çok tüketildiğinden midir, fazla soğuk değil biralar. İçerideki imalathaneyi de gezdikten sonra otelimize dönüyoruz.

Tüm gezi boyunca yemeklerde aynı soruyla karşılaşacağız: Tavuk mu, balık mı. Bu memlekette sığır ve koyun eti fazla tüketilmiyor. Hatta iyice ihtiyarlamadan sığırları kesmek yasak diye duyuyoruz. Bunun yanında meyveler çok çeşitli. Ananas, papaya, guava (aşk meyvesi) , avokado, mango, muz ve portakal. Tatlı olarak da sütlü bir tatlı, ya da dondurma ikram ediliyor.

Yemek sonrası yorgunluk kendini fena hissettiriyor. İzmir'de 22:30'da başlayan uçak yolculuğumuz, Türkiye saatiyle 22:00'de bitmişti, yine bizim saatle 05:00 gibi sallanarak odalarımıza çıkıyoruz. Arada 7 saat fark var.


Ertesi sabah erkenden uyanıyoruz. Memleketten gelen haberler pek iç açıcı değil, herkeste biraz burukluk var. Haberleşme imkanlarımız kısıtlı. İnternet yok, telefon kafasına göre bazen çalışıyor. En garantili olan mesaj, o bile her yerde gitmiyor. Herkes ne öğrendiyse, birbirine haber veriyor.


Sabah kahvaltısına meyve tabağı ve peynirlerle başlıyoruz. Meyve tabağında papaya, guava (aşk meyvesi), karpuz, ananas ve portakal var. Peynir tabağında yok yok! Gravyer, küflü peynir ve kamamber dahil pek çok çeşit var! Yalnız, ilk gün adam başı bir tane gelen peynir tabağı, ikinci gün her masaya bir tane olarak değişecek. Her birimize küçük yağ ve reçel paketi geliyor. İsteyene ayrıca omlet, yumurtalı ekmek falan da getiriyorlar. Kuvvetli bir kahvaltı yapıyoruz.

Otelimiz San Fransisco Meydanında. Buradaki San Fransisco Manastırında yıl boyunca konserler veriliyormuş. Otelimizin önünde Chopin olduğu söylenen bir heykel, az ötesinde de tamamen modern tarzda bir başka heykel daha var. Bir gün önce gezdiğimiz sokaklardan yeniden geçiyoruz. Yolumuzun üzerinde Buenavista Social Club'ın afişini görüyoruz. Gezimizin son gününde onları izlemeye geleceğiz buraya.

1 yorum:

  1. Şule'cim ne güzel gezmişsiniz.Emeğine sağlık.En baştan başladım sırayla okuyacağım.Sevgiler.

    YanıtlaSil