Son gece fabrika müdürü, Almanı ve biz iki Türkü evine yemeğe çağırıyor. Önden biraz sohbet edip yemeğe geçiyoruz. Masayı görünce şaşırıyorum. Üç misafir, müdür ve müdürün oğlu oturuyoruz masaya. Oğul yemek yediği halde sırf sohbet amacıyla orada. Evin hanımı ise garson gibi ayakta duruyor. Gece boyunca böyle devam ediyor durum. Eşine soruyoruz, size hizmet etmek için cevabını alıyoruz. Anlaşılan ben misafir olduğum için sofradayım, yoksa arkada bir yerde yiyecektim yemeğimi.
Yemekler bir harika. Bunca yıl sonra isimlerinin hepsini hatırlayamadığım yemeklerden ikişer tabak yiyorum. Ev sahibesi memnun. Mercimeği çok kullanıyorlar. Chana Daal dedikleri yemek, mercimeği hindistan cevizi, hardal, kırmızı biber, defne yaprağı, tarçın, zencefil, karanfil, kimyon gibi değişik baharatlarla pişirilerek yapılıyor. Favorilerim bu, ve yine değişik bir karışımla pişirdikleri tavuk oluyor. Ekmek niyetine de bizim lavaş ekmeğine benzer sacda pişirilmiş incecik yufka yiyoruz. Bizde bazı yörelerde yapıldığı gibi, yufka bir anlamda kaşık gibi kullanılıyor.
Otelde bunlar yoktu. Otelde yediğimiz tatsız domatesler ve tropik meyveler de burada yok. Domatesler tatlı, bizim tarla domatesleri gibi. Otelde ilk gün sevinerek aldığım taze papayalar bir şeye benzemeyince, bu ülkenin yiyecekleri bana göre değil demiştim. Her haliyle özenle yapıldığı belli olan bu sofra, gezinin ilk günlerinde edindiğim Hint Mutfağı konusundaki ön yargılarımı ortadan kaldırıyor. Yoksa diğer ülkelerde yenilen güzel Hint yemeklerinin hep birer uyarlama olduğunu düşünecektim.
Aynı bizim usul, yemekler bol tutulmuş ki, misafir istediği kadar yiyebilsin. Yemekten aldığım keyifle iştahım doğru orantılıdır benim. Cüssem belli, bu güne kadar yediklerim de belli. Son gün gösterdiğim performans ile diğer misafirleri şaşırtıyorum! Ertesi gün ayrı ayrı, onca yemeği nasıl yediğime gösterdikleri hayreti belirtmek ihtiyacını hissedecekler...
İki çeşit tatlı getiriyorlar önümüze. İlki, üzerinde gümüş yaprak olan badem ezmesi. Bizimkine çok benziyor. Zaten adı da “badam”. Bizimkinden değişik olarak üzerinde gümüş bir film var. Bildiğimiz gümüş! O kadar ince bir tabaka ki, ısırıp çiğneyebiliyorsunuz. Gümüş yutmak sakıncalı değildir umarım. Gerçi en fazla 15-20 tane yemişimdir (hepsini o gece yemedim, eve de aldım) ama buradaki insanlar kansere falan hiç bakmıyor.
İkincisi gulab jamun denilen, görünüm itibarı ile bizim Kemalpaşa tatlısını andıran şuruplu bir tatlı. Bir çeşit krema ve süt kesiğini unla hamur haline getirip içine kakule, yeşil fıstık ve safran karışımını koyup kapatıyorlar. Yağda kızartıp şuruba yatırıyorlar. Benim zevkime tam uymuyor, ama onların çok özel bir tatlısıymış.
Ertesi gün son. Fabrika sahipleri bizi öğlen yemeğine götürüyor. Bir otelin lokantasına gidiyoruz. İçerideki tek hanım benim. Diğer masalardan meraklı bakışlarla karşılaşıyorum. Biri iyice abartıp fotoğrafımı çekiyor. Yemekler, evde yediklerim kadar lezzetli değil. Tipik açık büfe tarzı. Kaldığımız otelde de bir kısım yemek açık büfeydi, onlar da güzel değildi. Yalnız her yemekte içtiğim karpuz suyunun kötü olmadığını hatırlıyorum.
İlk haftanın sonunda bana istersen dönebilirsin demişlerdi, kabul etmemiştim. Önceden anlatılanlardan dolayı yalnız kalmak istemiyordum. Ne kadar doğru bir karar vermişim! Dönüşte yine Yeni Delhi iç hatlar havaalanına geliyoruz. Vakit gece yarısı, bu kez taksiye biniyoruz. Öyle yerlerden geçiyoruz ki, adam arabayı durdursa, bizi indirse kimse bulamaz. Korkuyorum.
Havaalanına geliyoruz, ve bu ülke beni şaşırtmaya devam ediyor. Burası dünyanın en işlek hava alanlarından biri, hiç de öyle gibi durmuyor. Önümüzde 3-4 saat var, oturacak tek bir yer yok. Sıcak-soğuk, her hangi bir şey içebileceğiniz bir yer yok. Hiç bir şey yok!
Bavullarımızın üzerine oturup bekliyoruz. Yüzlerce insan, değişik kuyruklar oluşturuyorlar geniş salonda. Hollandalılar, İngilizler, Japonlar… Bu havaalanı gecenin birinde böyle, gündüz vakti nasıl olduğunu düşünemiyorum.
Nihayet bizim uçuş için bagaj alımı başladığında koşarak sıraya giriyoruz. Uçağa girmek için beklerken oturabiliyoruz, müthiş seviniyorum. Uçağa binerken daha da seviniyorum.
Bu geziden sonra Hindistan’a bir daha gider miyim, evet. Bunun iki nedeni var. İlki, yakından tanıdığımız insanların bizi çok aşina olduğum bir şekilde ağırlamaları. Doğu misafirperverliği diye bir şey var. Hiç bir Avrupalıda göremeyeceğiniz bir şey bu. Bizi memnun etmek için paralandılar adeta.
İkinci neden de, Tac Mahal’I bile göremeden dönmüş olmam. Yurt içi uçak biletleri ev sahibi firma tarafından ayarlandığı için zamanı tutturamadık. Meğer baştan onlara söylememiz gerekiyormuş. Bilemedik.
Şehirde yalnız gidebildiğim tek yer, otelden bir sokak ilerideki bizim Dösim mağazası benzeri dükkandı. Orada da birkaç biblo, yastık kılıfı ve masa örtüsü dışında bir şey olmadığı için fazla vakit geçiremedim. Bazı dükkanlarda da seçtiğiniz kumaştan bir gün içinde sari yapıp size teslim ediyorlardı. Ancak ayakkabıları çıkarıp girmek gerekiyordu, denemedim bile.
Müthiş tapınakları görmek, muhteşem takılardan almak, hakkıyla yapılmış enfes Hint yemeklerinden yemek için yeniden gelmek isterim buraya. Mümkünse doğu misafirperverliğini bir kez daha yaşamak için de...
İlginç bir deneyim olmuş.
YanıtlaSilAslında ziyaret edilen ülkeyi en iyi tanımanın yolu yerlileri ile bir temasın olması ile mümkün oluyor sanırım. Bizim lokantaları düşünün hangimizin evinde öyle kebaplari lahmacunlar var, sulu yemekleri ise biz mecbur kalmadıkça yemiyoruz bir iki istsinai lokanta dışında. İlginç bir tecrübe olmuş seninki de. Kıskandım valla :)
YanıtlaSilHindistan ile ilgili en büyük korkum yiyeceklerden içeceklerden bir tür hastalığa yakalanmak. Hijyen konusunda dikkatsiz olduklarını duyduğumdan beri ürküyorum bu konuda. Sen hiç böyle bir sıkıntı yaşadın mı diye merak ettim şimdi doğrusu.
İçimden Geldiği Gibi,
YanıtlaSilEvet, çok ilginç bir deneyim oldu. İş gezilerim içinde en ilginç olanı buydu.
Vladimir,
YanıtlaSilYerlilerle temas etmeden onları anlayamıyorsun.
Giderken her tür önlemi almıştım, bizim Alman mühendis de yanında bir ecza kutusu ile dolaşıyordu zaten. Şişe suyu dışında su içmememizi söylediler mesela.
Ama ben ne yaptım, Alman bana dondurma ısmarlamak istedi, kabul ettim! Aslında hiç yapılmaması gereken bir şey, çünkü süt zehirlenmesi fena oluyor. Türk mühendis duyunca kıyameti kopardı. Neyse ki, kısa süren bir hareketlilik ile olayı atlattım. Ucuz kurtuldum.
İnşallah yine gidersin.Ben en çok yoga ile ilgilendiğim için guruları merak ediyorum:)orada meditasyon yapmak isterdim tapınaklarda.tatlıları da merak ettim:)Afiyet olsunn:)
YanıtlaSilBiz tabi yoga ile hiç ilgilenemedik. Tapınağa bile giremedik.
YanıtlaSilMeditasyon tapınaklarda yapılmıyordur herhalde, maymunlardan konsantre falan olunmaz çünkü.
Buradakiler sadece yiyecek çalıyorlarmış, Nepaldekiler hoşlarına giden her şeyi! :)
Daha başka güzel tatlıları da vardı, ama yemek kısmet olmadı. Bir daha sefere inşallah...
Gezi yazılarının böylesini seviyorum,gidilen yerin güncel hayatına dokunanları, Vladimir'in dediği gibi. Bir de gezi bloglarını okurken duyduğum kıskançlık olmasa :))
YanıtlaSilBen de bu tür gezileri daha çok seviyorum. Aah ah, bir de şöyle daha turistik bir yere gitmiş olsaydım.
YanıtlaSilBizi o doğal parka yalnız göndermeye şirket müdürünün içi elvermedi. Kazıklamalarından korktu. Sabahın beşinde bizimle kalktı, ve üç saat araba kullandı. Bazı konularda bize o kadar benziyorlar ki. Hijyen konusu hariç tabi...
Şuleciğim sevdiklerinle sağlıklı,huzurlu,mutlu harika bir yıl geçirmenizi diliyorum.her şey gönlünce olsun.Yeni yılda dilerim görmek istediğin tüm ülkelere gidersin.Dolu dolu bir yıl olsun.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Sanem. Hepimize mutlu ve sağlıklı bir yıl olur inşallah.
YanıtlaSilSevgili Şule,Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutlar,2012 yılının sağlık,mutluluk ve huzur içinde geçmesini dilerim.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Ebrucum. İnşallah bu yıl hepimiz için güzel, sağlıklı ve huzurlu bir yıl olur.
YanıtlaSilSelam Şulecim merhaba.Bende mimin var:) yeni yazılarını da bekliyoruz.Sevgilerimle.
YanıtlaSilKusura bakma, miminden haberim yoktu. Şimdi bakıyorum.
YanıtlaSilHava muhalefeti dolayısıyla gezi yok şimdilik. Havalar ısınınca inşallah. :)