Sabahın körü bile diyemeyeceğimiz bir saatte yollara düşüyoruz. Öyle ki, uçağımız Diyarbakır'a vardığı zaman hala sabahın erken saatlerindeyiz. Hemen kahvaltı için Hasan Paşa Hanı'na koşuyoruz. Burası alabildiğine turistik bir yer. Üst katı muhtelif kahvaltı mekanları ile dolu. Bizim için hazırlanmış masalarda bize değişik gelecek patlıcan, çemen, yoğurt üzeri vişne şurubu ve bal kaymak fıstık tabağı var. Onun dışında değişik peynirler, zeytinler, kaymak, bal, domates, yeşillikler gibi bize daha yakın gelen yiyecekler de masada. Ekmekler güzel, çaylar değil.
Çıkışta alt kata bir göz atıyoruz. Che Guevara, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Said Nursi resimlerinin işlendiği halılar, bir dükkanın kapısında asılı duruyor. Diğerleri ile beraber olmak acaba en çok hangisine koymuştur diye düşünüyorum.
Yola çıktığımızda hoş manzaralar görüyoruz. Şehre girerken geçtiğimiz surlara yakın bir yerde, kavşaklardan birinin ortasındaki yeşillik alanda birisi kadın üç kişi güneşin tadını çıkarıyor. Zamanın valisi tarafından şehrin daha havadar olması amacı ile yıkılmasına karar verilen surların, Fransız arkeolog Albert Gabriel tarafından kurtarılmasını anıyoruz. Baştan Fransız ordusunda Türklere karşı savaşan hoca, sonradan İstanbul'da Fransız Arkeoloji Enstitüsünü kuruyor.
Hasankeyf, yaklaşık 12000 yıl önce kurulmuş bir yerleşim birimi. Tarihi İpekyolu üzerinde olduğu için yıllarca önemini korumuş. "Ben esere eser demem, eser benim olmayınca" mantığı ile suların altında kalacak. Belki burada bir türbe, bir külliye, bir zaviye, iki de cami olduğunu söylersek kurtarabiliriz. Kim bilir.
Uzun Hasan'ın Otlukbeli Savaşında yaralanıp ölen oğlu için yaptırılan Zeynel Bey Türbesi bir tarafta. Eski bir tapınak iken, Romalılar döneminde kiliseye dönüştürülen yapının üzerine Artuklular tarafından inşa edilen Ulu Camii diğer tarafta. Kaldırıp taşımak yerine su seviyesini alçak tutsalar olmuyor mu acaba. İlk olarak El-Rızk Camii taşınacakmış. İnat uğruna gidecek kaçıncı yer olacak acaba Hasankeyf.
Büyük ve Küçük Sarayı geziyoruz. Küçük Saraydan Hasankeyf ve Dicle muhteşem görünüyor. Köprünün ne zaman yıkıldığı bilinmiyor. Bu manzarayı da taşıyabilecekler mi acaba. El-Rızk Camiinin yalnızca minaresi ve kuzey bölümü duruyor. Minarenin üzerinde yazılar ve süslemelerle birlikte, Allah'ın 99 ismi yazılı. Diğer bir özelliği de şerefeye çıkan iki merdiveninin olması.
Buraya özgü şebot balığından tadamıyoruz, ama Dicle'ye karşı birer mırra içiyoruz ve Midyat'a doğru yola çıkıyoruz. Öğlen yemeğini Bahçevan Ocakbaşında yiyeceğiz. Lokantamızı ararken şoförümüz bana Fransızları hatırlatıyor. Bilen bilir, Fransızlar kendileri gibi konuşamayanların ne dediğini bir türlü anlamazlar. Pratik zeka eksikliğinden mi, züppelikten mi, artık bilemiyorum. Takside gideceğim yeri anlatmak için haritayı açtığımı bilirim.
Biz de uzun süre lokantamızı arıyoruz, telefonda verilen tarifi rehber de şoförümüz de tam anlamadığı için sokaklarda dolaşıp duruyoruz. Aramızda Bahçevan şurası mı burası mı şeklinde konuşuyoruz. Bir süre sonra rehberimiz lokantayı bir kez daha arıyor, ve yine şoföre veriyor. Bir süre sonra şoförün şu şekilde söylendiğini duyuyoruz:
"Neden bana Bahçevan olduğunuzu söylemediniz. Ben size iki üç tane tur getirdim. Allah sizi ne yapsın!"
Biz şaşkınlıklar içinde birbirimize bakıyoruz. Hangi dilde konuşuyorduk acaba? Gel de anma şu Fransızları.
Bahçevan Ocakbaşı'nda karışık tabak alıyoruz, yemekler güzel. Pilavı farklı bir pirinçle yapıyorlar, gezi boyunca bunu fark ediyoruz.
Yemekten sonra Mor Gabriel Manastırına geçiyoruz. Bu manastır, Süryanilerin en eski manastırlarından, MS 400 yıllarında kurulmuş. Yörenin adı Turabdin, Süryanice Münzevilerin Dağı anlamına geliyor. Adını aldığı Mor (Aziz) Gabriel, Turabdin Metropolitlerinden.
Bu manastır, Süryaniler için Kudüs kadar önemli. Gezerken 50-60 m² büyüklüğünde bir yere geliyoruz. İkibinin üzerinde azizin burada yattığını öğrenince şaşırıyorum. Manastırı bize gezdiren kişi bunu sezmiş gibi açıklamaya başlıyor. Süryanilerde din adamları doğuya bakacak şekilde oturur halde defnediliyor. Dört beş yıl sonra bir başkası öldüğünde kemikleri yan tarafa alıp yeni din adamını sandalyeye oturtuyorlar. Tabi bu şekilde bir çok kişi aynı yerde gömülü olabiliyor.
Timurun seferlerine kadar manastırda sağlam duran varak işlemelerden geriye hemen hemen bir şey kalmamış, ama yapı tüm heybetiyle duruyor. Artık eğitim vermese de genç öğrenciler burada kalabiliyor.
Çıkışta Midyat sokaklarını dolaşıyoruz. Buradaki evler, aynı manastır gibi taş işçiliğinin güzel örneklerini sergiliyor. Süryani telkarileri, Süryani şarapları arasında dolanıp duruyoruz.
Akşam otelde açık büfe var. Bu tip menülerde her zaman yaptığım gibi salatadan tatlıya geçiyorum. Özel bir şey yok. Yaklaşık 20 saat süren günümüzün sonunda perperişan uykuya geçiyoruz.
Çok güzel anlatmışsın Şule. Eline sağlık. Bu seferkini pek hızlı yazdın. Şaşırdım valla.
YanıtlaSilEline sağlık Şulecim.Keyifle okudum.İnşallah bir gün beraber gideriz:)
YanıtlaSilTeşekkürler Vladimir. Cidden hızlı mı oldu? Gelir gelmez başladım, bunu Ebruya (içimden geldiği gibi) borçluyum. Ama devamı biraz zaman alabilir. :)
YanıtlaSilİnşallah Kamikaze, bir gün beraber gideriz. Sana da teşekkürler.
YanıtlaSilNedense Mardin deyince ilk evleri aklıma gelir. Sadece mimari.Sonra telkari. Kayseri'de okurken ilk kez karşılaşmıştım telkari örnekleriyle. Bayılırım bu zanaata.Bunlardan başka şeyler aklımın ucundan bile geçmez:)Süryaniler hakkındaki bilgiler de yeniydi benim için. Din adamlarını oturtarak gömmeleri filan...Devamını uzatma:)
YanıtlaSilŞu yanıtla butonunu kullanmayı hep atlıyorum, bu kez unutmadım. :)
SilMardinde evleri incelemeye pek fırsatımız olmadı. Hasankeyfi gezerken zamanı unuttuğumuz için aynı şeyi Midyatta da yaşadık. O yüzden en kısa zamanda yeniden gitmek istiyorum. Bu kez sadece şehrin içinde gezmek istiyorum. Yalnızca evleri değil, sokakları da özel.
Ne güzel bir anlatım....
YanıtlaSilDeğerli blog yöneticisi bloğunuzun uzun süredir takipçisiyiz ve önemli bilgiler veriyorsunuz. İş hukuku avukatı olarak başarılarınızın devamını dileriz.
YanıtlaSilAdriyatik sahilleri izlenimlerini bekliyoruz Şule :)
YanıtlaSilİki arada bir derede kaldım. Bir taraftan Makedonya'ya başladım, ama bu yarım kalıyor o zaman.
SilGaliba önce Makedonya'yı bitirip sonra Mardin'e döneceğim. Arada bazı tatsız olaylar oldu ya, bir türlü bitiremiyorum.