Ruslara göre Büyük Petro, biz ona Deli Petro diyoruz.
Aslında Çılgın Petro demek istemişiz. Yaptıkları tam bir çılgınlık. Ama işe
yaramış. Güneyde Osmanlılar, batıda İsveçliler, Rusya bir türlü denize
açılamıyor. Ne yapıyor, zapt ettiği batak araziyi muhteşem bir liman şehrine
dönüştürüyor.
Şehrin yapımı sırasında, binlerce insan zor şartlarda
çalışmak zorunda bırakılıyor. Bu arada yüz bine yakın insan ölüyor. Şehre gelen
herkes, cüssesine göre taş getirmek zorunda kalıyor. Gemiler şu kadar, arabalar
şu kadar, yaya gelenler şu kadar diye limitler var. Soyluların konut yapması,
ve yılın en az birkaç ayını burada geçirmesi şart. Şehri kısa zamanda yaşanır
hale getirmek için gerçekten çılgın olmak gerekiyor.
Havaalanı tarafı İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanan
bölge. Yapılar Sovyet mimarisi tarzında, Stalin evleri deniyor. Yan yana bir
sürü TOKİ evleri gibi. Sevimsiz. Şehir merkezine yaklaştıkça mimari değişiyor.
Bizi karşılayan ilk anıt, 900 günlük Nazi kuşatması
anısına yapılmış olan. Zaferini Astoria Otelde kutlamak için davetiye bile
bastıran Hitler’in hevesi kursağında kalmış. Canları çıkmış, ama teslim
olmamışlar.
Bazı arabaların arkasında sarı bir işaret var. Yazılar
Kiril alfabesi, ama ünlem işaretini tanıyoruz. Acemi şöför işareti! Ehliyet
aldıktan sonra herkes arabasına bu işareti yapıştırmak zorunda. Böylece iki yıl
boyunca trafik kurallarına doğru dürüst uyulmayan bu memlekette değişik bir
statünüz oluyor.
Rus kelimesi Fin kökenli, Ruslar da Slavlarla karışan
kuzeyli bir kabile. Önceleri Slavlar zayıf bir kavim. Roma İmparatoru I. Otto,
Slavları hakimiyeti altına aldıktan sonra onları köle olarak kullanmış. Hatta
Latin kökenli İngilizce “slave” (köle) sözcüğü buradan türemiş. Slavlar
sonradan güçlenip prenslikler kurmaya başlıyolar.
İlk kurulan Kiev Pransliği. Aleksandr Nevski de Kiev
prensi. Şehrin en önemli caddelerinden birine adını vermiş. Ama o bölgedeki küçük prenslikleri toparlayıp Rus topraklarını
birleştiren Moskova Büyük Prensi III Ivan. Korkunç Ivan’ın dedesi. Son Doğu
Roma imparatorunun yeğeni ile evli olan prens, İstanbul alındığında kendini
imparatorluğun mirasçısı, Moskova’yı da 3. Roma ilan ediyor. Hanedanın sembolü
çift başlı kartal da buradan kalma. 500 yıl önce köle olarak kullandığı bir
ırkın mirasını sahiplenmesi de Roma için kaderin bir cilvesi olmuş bence.
Şehir merkezinde Antalya Gurme Restoran ve çiğ börek
yazılarını görünce şaşkınlığa uğruyorum. Antalya güzel bir ilimiz ama mutfağı ünlü değil. Sonra jeton düşüyor. Buradan aktarmasız uçulan iki Türk şehri
var, İstanbul ve Antalya. Popüler bir ismi alakasız yerlerde kullanma huyu
burada da var demek.
Akşam yemeği açık büfe. Önden her zamanki gibi sevimsiz
geliyor bana. Ama sonradan memnun olacağım. Servis o kadar yavaş ki, ekstra
hiçbir şey istememeye karar veriyoruz. Yunan adalarındaki gibi bir rehavet
durumu değil de, becerememe, halledememe hali var.
Mesela, gezinin ikinci durağı Moskova’da yemekten sonra
şehre inmeye karar verdiğimizde otel bize taksi çağırıyor. Dışarıda bekliyoruz.
Kapıya birkaç araba geliyor, şöförler birilerini bekliyor. Onlar ayrı, biz ayrı
bekleyip duruyoruz. Sonunda bir arkadaşımız resepsiyona gidip taksileri
soruyor. Meğer kapıda bekleyen şöförler bizim içinmiş! İçeri girip sormasak kim
bilir daha ne kadar bekleyecektik.
Yemekten sonra şehri dolaşmak için otobüsümüze biniyoruz.
Kanlı Kiliseyi III. Aleksandr, babasın suikaste kurban gittiği yerde bir anıt
gibi yaptırmış. Rengi de bu yüzden kırmızı. Eski Rus tarzı çatısı ile şehrin en
güzel yapılarından. Diğer pek çoğu gibi İtalyan mimarlar tarafından
tasarlanmış. İçi dışı İtalya’dan ve Rusya’nın çeşitle bölgelerinden getirilen
taşlarla bezenmiş.
Çarın babası suikasta kurban gidiyor, oğlu da devrim
sonrası kurşuna diziliyor. Kilise yağmalanıyor ve kapanıyor. 90’ların sonuna
kadar kapalı kalıyor. Rusya kurulduktan sonra kilise eski ihtişamına geri dönüyor.
Kilisenin
yanındaki kanaldan yürümeye devam ediyoruz. Şehrin en hareketli caddelerinden
birindeyiz. Kanalın iki yanında birbirinden ilginç yerler var. Zamanımız ve
enerjimiz olsa, birine oturacağız. Ama yorgunuz, ve tanımadığımız şehirde
otobüslerin belli saatten sonra dolaşması yasak. Biz de gece yarısına doğru
teker teker trafiğe kapanacak olan köprülerin birinin dibinde kalmak
istemiyoruz. Sokak şarkıcılarından iki kıza gözümüz takılıyor. Birinin elinde akordeon, diğeri müthiş bir sesle aryalar söylüyor.
Zamanı durdurmak istiyorum. Saat 23:00 ama hava hala
aydınlık, sokaklar kalabalık. Bize sakin olun, gezinin tadını çıkarın der gibi.
Arkamıza baka baka otelimize dönüyoruz.